"Düşününce o kadar da kötü bir fikir değilmiş burada olmak.." Ters bir bakışla karşılıyorum Lex'in cümlesini. Tamam yaptığımdan memnun değil, ama buraya kadar gelmiş olması da beni memnun etmiyor. Gerçi ses tonuna bakılırsa biraz da havayı dağıtmak için söylenmiş bir cümle bu. "Önüne bak Lex." Kısık, alaylı bir gülüş dökülüyor cevap olarak ama gerginliğinin de farkındayım. Bunu yapmamı hiç istemiyor zaten. Bu kıskançlık olmasa gül gibi geçinip gideriz heralde. Ama sahiplenme duygusunun en dibinde kumdan kaleler yapıyoruz karşılıklı, bu da kötü sonuçlar doğuruyor haliyle. Kompleksli çiftlerin sürekli kıskançlık kavgası etmeleri gibi bir sonuç. İlerleyip birkaç adım önüne geçiyorum, yeri delmeye çalışırcasına attığım adımlarla birlikte. O da bileğimi tutuyor, "Yanımdan ayrılma." diyerek. Bu hali gülünç olurdu normalde. Kendisi boşta bir mankeni avlamak için etrafına bakınırken aç gözlerle, beni kendi gibilerden korumaya çalışıyordu. Gerileyip yanında durdum bu yüzden. Yolu tıkamamak için kenara çekilmişti zaten. "Sen de aç kurtlar gibi bakınma etrafına, cidden hepsinin ismini öğrenir ve peşlerine dedektif takarım." Hastalıklı biri olmaya başladığımı düşündüğüne eminim, onun ifadelerini okumakta çok iyiyim. Bu tepkilerim biraz Cleo'yla ilgili. Sanki döndüğünde ona mümkün olan en temiz haliyle teslim etmek ister gibi.. Ah ne çok özledim onu.. Alex'i sadece onunla paylaşabiliyorum bir de tabii. Bu da ikinci etken. Yanında herhangi bir kız görmeye dayanamıyorum. Delice bir şey bu. Uzanıp saçını karıştırıyorum. "Dağılırsan daha az çekici görünürsün belki. Ah hayır pek bir şey değişmedi." Bir şey söylemeden geriye çekilip çok farklı bir şeye odaklanıyor. Kuaförler, makyözler, kıyafet taşıyan erkekler ve gazeteciler gibi. "Baksana şu tiplere. Yürü Clem, gidiyoruz." "Hadi ama Lex, bunu London için yaptığımı biliyorsun. Hem Victoria's Secret defilesi değil ki bu." Gerilen bakışları kapıdan girenlerden bana doğru çevriliyor. Ah, gerizekalıyım! Gerçekten. Yüzüme garip bir ifadeyle bakıyor, kaskatı bir biçimde. "Ben.. Bilerek yapmadım. Hatırlatmak istememiştim. Özür dilerim Lex. Gerçekten." Keskin hareketlerle başını sallayıp bir mayo mankenine odaklanmaya çalışıyor. Bu sefer kızmaktan çok hafifçe gülümsemeye çalışıyorum. Yüzünü tutup kendime çeviriyorum. "Onlardan biriyle yatarsan burnunu koparır eline veririm. Eminim o zaman da çok seksi olmazsın onların gözünde." Burnuna(?)bir öpücük kondurup geri çekiliyorum. "Hadi, seni güvenli olacağın bir yere oturtalım." Kaşını kaldırıyor alaylı bir ifadeyle. Bir kahkaha atıyorum ister istemez. "Benim kavramımla güvenli elbette. Kilitleyelim demeliydim sanırım." Lex'in koluna girip onu yönlendirirken uzaktan çilek gibi bir kız el sallıyor. Constance kızı olduğuna eminim. Adı neydi? Elena? Yok, değil. Elina. Imm hayır. Eliza. Belki. Elizabeth. Aaa, eveet! Elisabeta! Evet! Buldum! Bende el sallıyorum uzaktan sonra da Lex'i bir yere oturtuyorum. "Muhtemelen söz dinlemeyeceksin ama burada kal. Herhangi bir mankenin koynundan defileye beş kala çıkarılmanı istemiyorum. Geldiğimde görüşürüz." Parmaklarımla bir öpücük gönderip soyunma odalarına doğru ilerliyorum. İçerisi kalabalık, karışık.. Elbise askıları, kıyafetler, saçı başı yapılan kızlar, ve onlarla uğraşanlar.. Tanıdığım yüzler var aralarında, selam veriyorum birkaçına. Sonra kıyafetlere yöneliyorum. Arkamdan bir mırıltı duyana kadar. Dönüp kimin dikkatimi çekmeye çalıştığına bakıyorum. Az önce gördüğümüz çilek kız, Elisabeta. Elindeki askıya iliştirilmiş kıyafetleri uzatıyor bana, aksesuarlarla birlikte. "Merhaba, Elisabeta değil mi? Teşekkürler bende bunları arıyordum." Elime alıp kıyafeti inceliyorum. Günlük hayatımda giydiklerimden çok da farklı değil. Rahat edebileceğim en azından. Bir yandan Elisabeta'yı dinliyorum. Sözü kesildiğinde bakışlarım tekrar elimdeki kıyafetlere kayıyor. "Mmm. Lex buna memnun olacak." Bu konuda haklı olduğumu görebiliyorum. Ama zaten çok da açık bir şey giymeyeceğimi biliyordum en başından.. London'ı biraz olsun tanıyorsam bu kıyafetin bana verilmesini özel olarak ayarlamıştır.. Annemin arkasında bıraktığı yansıması gibi zaten o.. Elisabeta'nın sessizliği mırıldanışlarımdan sonra da devam edince başımı kaldırıp yüzüne bakıyorum. "Bu arada ben Clementine." Gerçi zaten biliyordur. Ben onu tanıyorsam onun beni tanımaması ihtimal dahilinde değil bir bakıma.. Sessizliği doldurmak için söylüyorum zaten bunları da. O arada içeri giren London'ı farkediyorum. Çoktan hazırlanmış ve oldukça güzel görünüyor. "London! Seni görmek ne güzel.. İyi iş çıkarmışsın tebrik ederim.. Ve çok hoş olmuşsun, elbette." Daha sonra tekrar Elisabeta'ya dönüyorum. Ben London'ı görüp selam vermeden önce ne dediğini hatırlayamıyorum.. "Afedersin, ne demiştin en son?"
Bknz:Gecenin köründe anca bu çıktı, uu beybi beybi. Hadi öpücük. Yarın gece görüşürüz.