Gossip Girl R-Play
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


You know, you love me. XOXO Gossip Girl
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Parti Trajedisi

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Clementine Crandal
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 663
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Cle.

Şöhret
Puan: 70

Parti Trajedisi  Empty
MesajKonu: Parti Trajedisi    Parti Trajedisi  Icon_minitimePtsi Ağus. 02, 2010 2:54 pm

Parti Trajedisi  0315ben03 x Parti Trajedisi  Fsfsdf
AlexMclain x ClementineCrandal



Buna fazlasıyla ihtiyacım olduğunu biliyordum. Ama yine de bir parçamla hala burada olmak beni rahatsız ediyor. Bunda Lex manyağı kızların etkisi de büyük elbette. Rahatsız edici bakışları yok saymak kolay değil. Uzun zamandır doğru düzgün eğlenmeyi özlemişim yine de. Bütün o 'altınayatma' meraklısı kızlara rağmen yanımda olması eksik parçamın tamamlandığını hissediyor bana. Tutunabileceğim, beni mutlu edebilecek yanım..
Buna rağmen Lex'in yavaş yavaş gerildiğini hissediyorum. Başlarda onu uzak tuttuğum kızları neden olarak düşünüyordum. Bir kaç kızın kucağından çeke çeke aldıktan sonra nedenin bu olmadığını farketmem çok uzun sürmedi. Lex yine uysal tepkiler veriyordu ama parti sahibinin kucağından indirilen kızların çıkışta birleşip beni pataklama ihtimallerinin de farkındaydım. Öyle bir şey yapabilecek hadleri varsa tabii. Lex'in sürekli kaçamak ifadelerle etrafına baktığını gördükten sonra beni dinlemediğini de anlamıştım zaten..
"Lex. Hey! Lex! Buraya bak! Kafan nerede senin!"
Bakışlarını takip etmemle birlikte niye böyle olduğunu anlamam arasında saniyelik fark olabilir en fazla. Davetsiz misafirler demek. Ah ne cici. Yüzlerini görmeye ben bile katlanamıyorken Lex'in bu halde olmasına şaşmamalı. Burada olmamalıydılar. Ama Mead'in her çeşitte kucağına alabileceği kızlarla dolu bir mekandan uzak durmasını beklemek iyimserlik olurdu zaten. Başından tahmin etmeliydim eninde sonunda buraya geleceğini, daha kapıda Lex'e bile yiyecekmiş gibi bakan ilk sürtüğü gördüğümde anlamam gerekirdi. Hatta gerekirse birkaç kızı oltaya falan takıp balığa yem atarcasına Mead ve Proswan'ı buradan çıkarabilirdim.. Geç kalmasaydım bunların hepsi ihtimal dahilindeydi. Şu anda sadece Connor Mead ve Jake Proswan tarafından kaçırılan huzuruma lanet ediyorum. Bir gecemiz olaysız geçemez mi yani? Lex'in sözlerini duymasaydım belki salak çocuk kitaplarındaki iyilik meleklerine inanasım tutardı ve olaysız geçeceğimiz ihtimalini aklıma getirebilirdim. Bir de o kadar salak olsaydım.
"Burada bekleyeyim de salak bir şey yap, değil mi? Aptalca bir şey yaparsan seni sopalarım Lex."
Dudaklarımdan bu cümleler döküldükten sonra sadece beni geçiştirmek için cevap verdiğinin farkına varıyorum. Çünkü daha cümlemin üstünden dakika geçmeden Jake'e bir yumruk geçirdi bile. Tanrım.. Erken yaşta anne olmuş gibiyim. Ve dünyanın en söz dinlemez en geri zekalı çocuğuna annelik ediyorum. Lanet olsun Lex bir kere söylediklerim kulağına girse ölürsün sanki. En azından Connor'a vursaydı. Ondan daha fazla nefret ediyorum. Öff şu durumda düşündüğüm şeye bak. 'Bu kavgadan sonra ağzına sıçacağımın farkındasındır umarım Lex.. Ve- Ah. S*ktir!'
Karışmaya bile fırsatım olmadan Connor tarafından iki yumruk yedi zaten. Masayla birlikte devrilişini gördükten sonra canının daha fazla yanması yerine yer değiştirebileceğimizi düşünüyorum. Gerçi bunu önersem bile kabul edilecek teklif olmadığının da farkındayım ama şu durumda bir şey yapamıyor olmak beni delirtiyor. Lex'i Cleo'dan sonra bile bu kadar zayıf görmemiştim. Önümde parçalanan masa onlara ulaşmamı engelliyor ama o masa olmasa bile şu halimle bir şey yapamayacağımın farkındayım. O kadar salaklaştım ki muhtemelen sadece Lex'in daha çok zarar görmesine neden olurum. En yakınımda duran üçüncü sınıfın kamerayla çektiği olaya bakmaya dayanamazken insanların bunu görüntülemek istemesine anlam veremiyorum. Connor'ın arkasından nasıl bakıyorsam Lex'in yerinden kalkıp bara gittiğini bile farkedememiş durumdayım. Ah gerizekalı. Hala içki peşinde. Şu yaralar iyileşsin, parçalayacağım seni Lex! Ama bu haldeyken değil.. Yanına geldiğimi farketmesi için hafifçe vuruyorum. İtirazı bile çok cılız. Şu durumda bana karşı gelmek gibi bir lüksü olmadığının da farkında olmalı.
"Ve hala istiyor gibisin! Benimle gel, hastaneye gidiyoruz."
Kolunu tuttuğum elimden kurtuluyor ve saçma sapan bir savunma atıyor ortaya. Ona inanmadığımı gösterircesine bakıp dinlemeden ceketini ve şapkasını koluma atıyorum. Kendi çantamı da aldıktan sonra kolundan tutup oradan çıkarıyorum. Kapıdaki adamlardan birine Lex'in limuzinini göndermelerini emrederken bir yandan da düşmemesi için ona destek oluyorum. Araba geldiği sırada yarım yamalak bir cümle dökülüyor dudaklarından, kanıyla birlikte.
"Hıı tabi tabi kaplan, palavranı sonraya sakla."
Zorla birdirdiğim arabanın koltuğuna yığılıyor. Yanına oturup doğrulmasına yardım ediyorum. Yüzünü sağlam kısımlarından tutmaya çalışıp durumuna bakarken bir yandan da şöförün hızlandığını farkediyorum. Burnunun görünüşü beni rahatsız ediyor. Yavaşça dokunup aldığım tepkiyle düşüncelerim netleşiyor.
"Dur Lex, dur! Şu haline bak. Bir kere beni dinlesen olmaz mı? Sanırım kırılmış."
Elimle dudağındaki kanı siliyorum. Daha sonra içebilmesi için su uzatıyorum. Kan yutmaktan sıkılmış olmalı. O daha suyunu yutamadan hastanenin önüne varıyoruz. İnerken destek olmaya çalışıyorum ama o kadar kötü durumda ki zarar veriyor bile olabilirim şu anda.
"Gel bakalım Lex. Canını yakarsam söyle."
Acil tarafından içeri giriyoruz. Doğru düzgün yürümesine yardımcı olmaya çalışırken bir yandan da bir sürü soru soran hemşireler doluşuyor yanıma. Ona pansuman yapabilmeleri için götürmem gereken yeri gösteriyorlar ve daha sonra işlemler için yanlarına uğramamı söylüyorlar. Sadece susmaları için dinlemediğim halde her dediklerine kafamı salladığımı ne zaman farkedecekler merak ediyorum. İçeri giriyoruz ve keskin ilaç kokusu burnumu yakıyor. Hastaneleri hiç sevmem zaten. Bana hep kötü şeyleri hatırlatırlar.. Annemle buralarda geçirdiğimiz zamanlar gibi.. Ama şu an Lex için buradayım. O şu anda sahip olduğum pek az şeyden biri ve buna onun için katlanabileceğimi biliyorum. Doktorlardan biri onu oturtmamı söylüyor. Oturmasına yardımcı olduktan sonra elimdekileri yanına bırakıp ellerimi omuzlarına koyuyorum. Bu hem onun hemde benim için gerekli şu anda. Alex'in bedeninin ellerimin altında doktorun her temasıyla irkilip gerildiğini hissediyorum. Şu anda onun için yapabileceğim tek şey ona destek olmak ama acısının burada dik durmaya çalışırken bana yardımcı olduğunu da söyleyemem. Alex'in yaraları iyileştirmeye çalışıldıkça odadaki ilaç kokusunun yoğunluğu artıyor ve Alex'e tutunmamın beni ayakta tutmasına şükrediyorum. Doktorun konuşmasını hayalle gerçek arasındaymış gibi dinliyorum. Halimin farkında olmuş olmalı ki adını söylediği ilaçları yazarak elime tutuşturuyor. Ve bir başka hemşire tarafından gereken işlemleri yaptırmam için yönlendiriliyorum.
"Burada bekle. Ciddiyim. Hemen dönerim."

Ona zoraki gülümsedikten sonra yanına bıraktığım ceketini ve çantamı alıp hemşirenin peşinden yürüyorum. Uzun beyaz bir masanın arkasındaki kadın bana gülümsüyor. Burası fazla beyaz ve bu görüntü başımın ağrımasına neden olmaya başladı. Alex'in ceketinin cebinden cüzdanını buluyorum ve içinden kimliğini çıkarıp masaya koyuyorum. Daha sonra da çantamdan kredi kartlarımı ve kendi kimliğimi çıkarıyorum.
" Bu McLain'in kimliği. Ve.. Bu da benimki.. Ödemeyi de buradan halledebilirsiniz."
Kadın yapay gülümsemesini takınarak suratıma bakıyor ve uzattıklarımı alıyor.. O bir süre önündeki bilgisayarla uğraşırken ben bitirmesini beklemek zorunda kalıyorum ve derin derin nefes almaya çalışıyorum. Tanrım.. Şimdi bayılacağım, bitirsinler artık. Tam bunları düşünürken kadın yüzünde tuhaf bir ifadeyle bana bakıyor. Bittiğini sanarak yanılıyorum kesinlikle. Bizi sabaha kadar burada süründürecekler.. Yüzünde saçma bir ifadeyle 'Biraz bekleyin lütfen' dedikten sonra kalkıp gidiyor.
"Hey! Ne olduğunu biri söyleyecek mi!?"
Yapay gülümsemeli boş bakışlı bebekler suratıma duygu yoksunu ifadelerle bakarken beklememi söylemeye devam ediyorlar. Yanıma bir doktor gelene kadar bu böyle sürüp gidiyor.
'Bayan..'
"Sonunda! Evet?"
'Beklettiğimiz için özür dileriz. Yakın bir zamanda bir hastamız komaya girdi. Ve isminiz arama listesinde bulunuyor. Ancak size o zaman ulaşamamıştık, o yüzden şimdi bilgi vermemiz gerektiğini düşündük ve-"
Arama listesi mi? Beni bu kadar önemseyen biri olduğunu duymak ilginç. Doktorun sözünü kesip beynimi kemiren soruyu soruyorum.
"Pardon ama.. Kimden bahsediyoruz?"
'Thomas Wilson.'
Thomas.. Ne onu benimle birlikte yaşatabildim ne de koşmak için ölüm yolunu seçtim. Şimdi sırf onun acısı yüzünden uyandığımda gözlerimle savaşıyorum açabilmek için. Her şeyi tekrar tekrar düşünüyorum. Yorgunum fazlasıyla, bedenim artık daha solgun, ve kendime nefretim fazlasıyla dolgun. Seni bu hale getirdiğim için bende kendimi öldürmeliyim. Umudumu yitirmiyorum yalanları atıyorum sözde. Her an geri döneceğinin hayalini kuruyorum. Ritmik kalp atışlarının hızlanışını tekrar avuçlarımda hissedebileceğimi düşünüyorum. Oysa şu anda onları etkileyemeyecek haldeyim. Yarım nefesler aldığını öğrenmek fazlasıyla canımı yakıyor. Göz kapakların tonlarca ağırlığın altında kalmış ve sorumlusu benim. Yanında olma hayaliyle tutunurken bir şeylere sakin bir uykudasın şimdi. Ne ben benim sensiz, ne de yanında seninle olabiliyorum. O zamana kadar küçük parlak ipliklerle tutunduğum son gücümün de benden kayarak uzaklaştığını hissediyorum, zeminle birlikte.
'Clee! Ne yaptınız lan kıza!?'
Belime sarılan kolları olmasaydı çoktan yeri öpmüştüm. İlk defa sözümü dinleyip oturmadığı için minnettar olduğumu hissediyorum. O doktorun açıklamasını dinlerken gücümü ondan alırmışcasına toparlanmaya çalışıyorum. Çabalarımın yersiz olduğunu herkes anlayabilir gerçi, bedenim fazlasıyla mecalsiz çünkü şu an. Lex'in doktorun ağzından çıkan her kelimeyle birlikte beni daha sıkı tuttuğunu hissediyorum. Thomas'la aramda neler olduğunu biliyor olması da ne halde olduğumu anlayabilmesi için bir avantaj sayılabilir aslında. Falez.. Araba.. Koma.. Her kelime bin kere yankılanıyor kulaklarımda. Daha sonra Lex'in sözleri. Ona destek olması gereken benken şu anda beni sağlam tutmaya çalıştığı için bir ara ondan özür dilemeyi hatırlamalıyım mutlaka.
'Şu anda geberip gitmenin ona faydası olmaz Clee. Yürü. Thomas'ı görmeye gidiyoruz.'
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
St.Jude IV.Sınıf, Admin
St.Jude IV.Sınıf, Admin
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 1215
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Lex

Şöhret
Puan: 113

Parti Trajedisi  Empty
MesajKonu: Geri: Parti Trajedisi    Parti Trajedisi  Icon_minitimePtsi Ağus. 02, 2010 4:51 pm

“Bu acı hoşuma gidiyor. İlginç hayatımda hiç acıdan hoşlanan biri olmadım. Asla, acı tadından bile nefret ettim. Bu sadistlik, bu mazoşistlikti, sadece biri de değil. Şimdi… Bilmiyorum ki o sızının, o beynimi delip geçen, gözlerimi kavuran o keskin acının beni zinde tuttuğunu hissediyorum. İyi hissetmemi sağlıyor, kafamı meşgul eden düşüncelerden uzak tutuyor ve sadece oraya topluyor ilgimi. Partide bir kızı götürmekten bile güzel geliyor sarhoşken acının tadına varmak, yasak elmadan bir ısırık gibi. Başka bir kıza, kadına bakarken onu görebiliyorum ama canım acırken… O hiçbir yerde. Belki de anlamam gereken nokta bu, o artık yanımda değil. Yanımda bile değil, yakınımda bile değil. Beni sevmiyor, aksine nefret ediyor benden. Benden, Alex Mclain’den. Çoğu kızın sevilmek için çabaladığı benden, uzaklaşacak kadar iğreniyor. Bunların canımı yaktığını biliyorum ama yüzümdeki acı dediğim gibi, daha yoğun. O tatlı fiziksel acı.”

Alex tüm bunları sarhoş olduğu için düşünüyordu elbette, o an ayık olsa acının aslında beynini nasıl yaktığını hisseder hissetmez küfrü basardı ama anestezi yemiş gibi bir hali vardı. Aslında acının yarısından fazlasını gayet iyi hissediyordu, kaburgalarının olduğu yerde bıçak dürtmesine benzer biz ağrı vardı, kasları aşırı gerilmiş gibi sızlıyordu ve başında bir şişlik olduğuna da emindi. Yani yüzü talan edilmiş topraklar gibi görünse de olay biraz daha fazlasıydı. Buna rağmen Alex hala delicesine acının kendisini dertlerini düşünmekten alıkoyduğuna inanıyordu. Bu düşünce burnuna dokunan Clee’nin yarattıklarından sonra anında kayboldu. Kafasını uzaklaştırmaya çalıştı karşılığında da Clee’nin sözlerini buldu. Suçu içerken ne kadar acınası göründüğünü düşündü. Kendi arandığı kavgada nasıl sopalandığını o günün ardından bilmeyen kalmayacaktı. Muhtemelen bir saftrik onu youtubea bile koyardı. Biri de GG’e mesaj çeker abartılı bir dille hastanelik olduğunu anlatırdı. Bir an rezil olmuş kızlar gibi kendini insanlar olayı unutana kadar eve kapatmayı düşündü ama bu saçmalıktı, kimsenin bunu unutacağı falan yoktu. Onun yerine kabullenmeye karar verdi. Evet kaybetmişti. Burnu muhtemelen kırılmıştı, dudağı dikene takılmış bir araba lastiği gibi patlamıştı, aptal bir pullu çanta sırtını kesmiş, sırtındaki birkaç kas ezilmiş olabilirdi ama bunun için zırlayacak hali yoktu. Başından geçen onca şeyle yeterince meşguldü bir de dayak sebebiyle huzursuz olmayacaktı. Arabadan inip dişini sıkarak canının yandığını belli etmemeye çalışan Alex hastane duvarına baktığında Blaise için geldiği zamanı hatırladı. Ona ne olduğunu bile yarım ağız bir açıklamadan öğrenmiş, yanında olup onu bu beladan kurtaramadığı için suçluluk duygusuna gömülmüştü içten içe. Yardım edemeyeceğini söyleyen çok kişi olmuştu ama çocukluk arkadaşını, iyi gün dostunu, kötü bir günde o beyaz çarşaflar arasında yatarken görmek kalbini paramparça etmişti. Hastaneye girdikleri andan itibaren Alex’in aklı karman çorman oldu. Beyaz duvarlar, temizlik malzemelerinin ağır kokusu, her şey bir baş ağrısı sebebiydi. Koşuşturan önlüklü insanlar, kocaman sırıtan hemşirenin kayıp giden yüzü. Alex hiçbir şeye netlik kazandıramıyordu ve midesi çalkalanıyordu. Odanın tekine girdiklerinde Alex bunun diğerlerinden farklı bir oda olmadığını anladı. Sadece koridor lambalarından daha parlaktı içerideki ışık, bu da sadece gözlerinin daha da kızarmasına sebep oldu. Doktor bir şeyler söylerken kelimeler birbirine giriyor, katlanıyor, harfler birbirlerine sarılıyor, havada uçuşuyordu sinek vızıltıları gibi. Alex arada bir yerde güldü espri yaptığını sanıp doktorun ama adamın yüzü ciddi görünüyordu. Sadece aradaki başını çok sert vurduysa beyin sarsıntısı riski olabilir cümlesini duydu. Doktorun temasından önce Clem’in elini omzunda hissettiğinde gülümsedi. En azından odada bir o gerçek gibi duruyordu. Tentürdiyot ve benzeri kremlerin kokusu burnunu doldururken Alex biraz daha kendini toparlamaya çalıştı. Bir ara embesile dönüyor diğer bir saniye ciddileşiyordu. Silkinip kendine gelmeye çalıştığı sırada burnunu yoklayan adamın her mikroskobik hareketi canını yakıyordu. Yine de adam burnunun kırılmadığını söylediğinde rahatladı, o aptal alçılarla okulda dolaşmak daha kötü olurdu. Doktor belindeki kesiklere de müdahale ettikten sonra Clemle konuşmaya başlamıştı, bu da Alex’in acımıyor ayaklarını kesmesini sağladı. Gözlerini tavana dikmiş kareleri sayıyordu. Clem gitmeden önce burada kalmasıyla ilgili bir şey dediğinde Alex kafa salladı onaylarcasına. Ama yine düşünmeden yapmıştı bunu, o an sadece karelerin sayısını aklında tutmaya çalışıyordu. “Alex.” Alex adını duyunca doktora baktı. “Burnunda bir kırık mevcut değil fakat yerine oturduğuna emin olmamız gerek.” Alex gözlerini devirip nasıl olacağını sordu. Doktor tereddütlü bir ifadeyle durakladıktan sonra Alex’e yaklaştı ve parmakları arasına burun kemiğini sabitleyip Alex’in beklemediği bir anı bekledi ve kemiği hızla yana çekti.
Acı tarifsizdi. Alex hayatında hiç böyle bir şey hissetmemişti. Bu Cleo’nun gittiğinde yarattığı olumsuz etkiden de kötüydü. Belki daha kötüleri de vardı ama acı ultra bir krampın açıldığında yarattığı şey gibi, felaket bir etki yaratmıştı. Doktor manyak gibi bağıran Alex’e karşıdan bakıp soğukkanlılıkla “Oldu.” Dedi. Alex burnunu tutarken doktora psikopatmışçasına baktı ve yataktan atlayıp kapıdan dışarı fırladı. Her şey yavaş çekime bağlamış gibi arkadaki doktorun sesi duyulmaz oldu, eli burnundan düştü, görebildiği tek şey Clee’nin yere düşmek üzere olduğuydu. Adeta bulunduğu yerden panter gibi atlayıp yürüteçle yürüyen kadını kenara itti ve son anda Clee’yi yere düşmekten kurtardı. "Clee! Ne yaptınız lan kıza!?' Clee’nin konuştuğu doktor argo konuşmasına aldırmamış gibiydi. Thomas’a olanları açıklarken Alex’in çenesi neredeyse yeri süpürecekti. Thomas da mı? Alex midesinin iyice bulanmaya başladığını hissediyordu. Sadece kafasını çöpe gömüp kusmak ve çöp tenekesi kenarına kıvrılıp ağlamak istiyordu ama bu Clee’yi iyice harabeye çevirirdi. Gözlerini tavana dikip gözyaşlarını geri attıktan sonra düğümlenen boğazına rağmen homurdanarak 'Şu anda geberip gitmenin ona faydası olmaz Clee. Yürü. Thomas'ı görmeye gidiyoruz.'dedi ve sırtındaki o ağrılara rağmen Clee’yi kucaklayıp doktorun rehberlik ettiği koridorda yürüdü. O an Clee’nin ağırlığı tüm üzerine binen olayların ağırlığı gibiydi, kırılgan kemiklerini ve zedelenmiş bünyesini eziyorlardı yaşananlar. Geldiklerinde elini kapıyı açmak üzere olan doktorun koluna attı ve onu durdurdu ardından kucağında taşıdığı Clee’ye döndü. Olabildiğince metin bir ses tonu takınarak “Bak, içeride ne göreceğimizi bilmiyoruz. Tek istediğim Clee, lütfen sağlam olmaya çalış. Kendine vereceğin zararın ona hiçbir yararı olmayacak aksine… Beni düşün Clee, daha birkaç gün önce burada çocukluk arkadaşımı aynı şekilde buldum. Lütfen, en azından benim için güçlü olmaya çalış olur mu?” Son anlarda sesinin titremesine engel olamamıştı. Clee’yi yere bırakıp doktora başıyla işaret etti ve kapı açıldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 663
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Cle.

Şöhret
Puan: 70

Parti Trajedisi  Empty
MesajKonu: Geri: Parti Trajedisi    Parti Trajedisi  Icon_minitimeSalı Ağus. 03, 2010 9:18 pm

Lex tarafından taşınırken yarı baygın gibiydim. Nereye gittiğimin bilincinde olmama rağmen etrafımdaki hiçbir şey ilgilendirmiyordu beni. Zaten pek çoğunu göremez haldeydim. Kapının önüne geldiğimizi Lex'in yavaşlayan adımlarından farkedebildim. Sonra başka bir pişmanlık hissi daha sardı vücudumu. Bu haldeyken beni taşımak zorunda kalmasına üzüldüm. Bunu sorun etmediğinin farkında olmama rağmen suçlu hissettim kendimi. Ne büyük salaklık.. Acı anında düşüncelerin tek bir noktaya odaklanmayışı acının odağını dağıtır. Ama sadece gerçek bir şok anında acının odağı sarsılır. Ve şu anda yaşadığım sözde şokun odaya girdikten sonra günlük hayatımdan bir parça gibi kalacağının da farkındaydım hayal meyal.. O odaya delicesine girmek isterken bir parçam da burada Lex'in kucağında kalıp vücudumdaki tüm suyu tüketene kadar ağlamak istiyordu. Lex'in sözlerini duyana kadar..
Onu düşünmek şu anda bana destek olan tek şey zaten. Yoksa dağılırdım. Daha ilk duyduğumda yere yığılırdım. Onun gücüyle ayakta kalabildiğimin farkında olmalı ama yine de söylüyor işte. Aslında o da benden iyi durumda değil. Onun da içinde bir yerlerde bu durumdan kendini sorumlu tuttuğunu düşünüyorum, benim gibi.Beni yere bırakmasına rağmen bir kolu hala bana sarılı biçimde. Düşmemek için buna fazlasıyla ihtiyaç duyuyorum ve bende ona sarılıyorum kalan son gücümle.
İçeri girdiğimizde bir kaç küçük değişiklik oldu etrafımda ve bunları farkedebildim kısa yolculuğumuzda olanın aksine. Önce kulağım o bildik, kalp atışlarını gösteren aletin iğrenç bipbipleriyle doldu. Sonra beyazın beni içine daha derine çekmeye çalıştığını düşündüren daha beyaz bir oda görüşümü bulanıklaştırdı.. Lex'e daha sıkı tutunmaya çalışma çabamda onun sonucuydu. Ve daha sonra odaya girmemizin bir kaç saniyelik şaşkınlığından sonra yüzümü tanıyan ailesi tarafından odadan kovuldum.. Bütün bunlar o bir iki adımı geçip Thomas'ı görmeme engel oluyordu ve şu anda karşımda Amerikan Ordusu olsa bile o adımları atacaktım..
Kulağıma parça parça sözcükler takılmasına rağmen pek bir anlam ifade etmiyorlar aslında. Thomas'ın annesinin, yani onu büyüten annesinin bana bir şeytanmışım gibi bakarak saydığı sözcükler üstümden akıp geçiyor sanki. 'Ne cüret!..' , 'Oğlum onun yüzünden bu halde-', 'Bir de yanında başka bir adam getirmiş sürtük-' falan falan falan. Bunları kendime her gün söylüyorum o yüzden lütfen kapa çeneni demek istememe neden oluyor bu kadın. Ama bir şey diyemiyorum. Sanki sözleri bitmeden içeri giremezmişiz gibi kapıda dikilmeye devam ediyoruz. Sözleriyle birlikte zar zor kendimde topladığım gücümün benden çekildiğini hissediyorum. Lex'in kolları beni daha sıkı tutuyor. Bütün ağırlığımı Lex taşırken biz bir şey söylemek zorunda kalmadan doktor ve Thomas tarafından hakkında hep iyi şeyler duyduğum babası, annesini sakinleştirmeye çalışıp bir süre dışarıda beklemeye ikna ediyorlar. Babasının annesine göre daha fazla şey bildiği izlenimine kapılıyorum bana bakışlarından. Beni sevmediği çok açık ama burada olmamdan rahatsız değilmiş gibi duruyor. Yanımızdan geçerlerken annesi göz yaşlarıyla desteklenmiş nefret dolu bakışlarını üstümden ayırmıyor ve sonra da kapının kapanmaması için diretiyor.
Hastane odalarından nefret ediyorum. Bunun ilk nedeni babam tarafından hayatı söndürülen annem için bu koridorlarda uzun yıllar beklemek zorunda kalışımdı. Böyle bir odada yatıp yeni bir organ bekleyen solgun bir kadındı annem hatıralarımda. Liny'le birlikte uzun zamanlar geçirdik o hastane odalarında. Bu yüzden kendim ölüme yaklaşmadıkça hastaneye gitmedim hiç. Yine bu yüzden annemi iyileştikten ve tamamen sağlıklı hale geldikten sonra bizi bırakıp gittiği için hiç suçlamadım. Daha sonra uzun aralıklarla hep görmeme rağmen ondan uzakta olduğum zamanlarda anne kavramı benim için hep o yatakta yatan hasta kadın halinde kaldı. Babama olan nefretim o düşünceyle her saniye arttı. Ama şimdi, uzun yıllar sonra annemin iyi olduğundan eminken ve bu görüntünün ne olduğunu daha net anlayabilecek yaştayken daha fazla etkilendiğimi hissediyorum. Tanrım sadece yürüyebilmem için bana yardım et şeklinde kısa dualar ediyorum. Lex doktorun kısa konuşması ve içerde kalabileceğimiz süre hakkında birkaç şey zırvaladıktan sonra beni de yürüterek odanın ortasına getiriyor. Lex ellerini yüzüme götürüp küçük damlaları yüzüme yayana kadar ağladığımı farkedemiyorum.. Daha sonra ilerliyor ilerliyor ve ben yere yığılmadan beni yatağın yanına, baş ucundaki sandalyeye oturtuyor. Thomas'ı öyle görmek benim miladım olacak muhtemelen. Bu günden sonra bu görüntüyü nasıl unuturum merak ediyorum..
Yaşadığım duyguların bir tarifi olamaz. Bu acıya maruz kalan yerin yıkılması ve göğün delinmesi gerekir hatta bana göre. Kimse yaşamamalıdır bu hissi. Ve kimse o acının yanında bir de delicesine suçluluk hissetmemelidir. Akıl sağlığımı bu odadan çıkınca bir yere bırakacağım sanırım. Üstündeki binlerce boruya, oksijen maskesine, o kablolara rağmen mükemmelliği hala yanıbaşımda aslında. Son zamanlarda onu sadece görebilmek isteyişim gerçek bir salaklıkmış. Onu bu halde değil bildiğim haliyle görmek istiyormuşum.. Kalbinin attığını bu tek düze bipbiplerle değil kendi göğsümde hissedebildiğimde anlamak istiyormuşum.. Nefesini bu kadar solgun olduğunu değil de öpücüklerinin arasında hızlanırken hissedebilmek istiyormuşum. Ve bu hastane odası bana bunların hiç birini sağlamıyor.
Zar zor gücümü toplayabiliyorum doğrulabilmek için. Sadece varlığını hissetme ihtiyacıyla belkide bu hareketim. Yavaşça doğrulduğumun bilincindeyim, annesinin kapıdan her hareketimi gözlediğinin bilincinde olduğum gibi. Yatağından destek alarak dik duruyorum ve kablolarla sarılmamış tek yer gibi durduğu için saçlarına dokunduruyorum öpücüğümü. Uzun zamandır yanımda taşıdığım kokusu tekrar içime doluyor. Bu sefer buradan çıktığımda bu kokunun her duvar çatlağından, her boşluktan sızdığını düşünerek kafayı yiyeceğim muhtemelen.
"Merhaba canım."Az önce annesine bile karşılık veremezken şimdi konuşmamı sağlayacak ses tellerim olduğunu tekrar hatırlıyorum. Karşımda gayet sessiz ve tepkisiz yatıyor olmasından çok az önce varlığını hissettiren kokusunun bundan sorumlu olduğunu biliyorum. "Beni bırakıp nereye gidiyorsun ?" Bazı şeylerin anısı ne kadar güzel olsalar bile hatırlandıkça can yakıyor. Ve ben şu anda kendimi toplayıp doğru sözcükleri kullanabilmek için gerçek bir savaş veriyorum. "Sensiz nefes almanın bile benim için ne kadar zor olduğunu biliyor musun?" Yüzüne damlayan gözyaşlarımı parmağımla siliyorum yavaşça. Şu haline rağmen gözyaşlarımla kirletilemeyecek kadar mükemmel hala. "Hatırladığını biliyorum Thomas. Bunlar senin sözlerin. Unutmuş olamazsın." Şu anda yanına yatıp uyumak ve o uyanmadan uyandırılmamak istediğimi biri farketse ve bunu sağlayacak bir şey önerse kalan hayatımı önüne serebilirim heralde. "Kalk. Bana yalan söyledin Thomas. Hiç bir zaman biz olamayacağımızı söyledin. Beni bir daha görmeyeceğini söyledin. Seni bu hale getiren de bu. Ama söz dinlemiyorum farkındaysan. Biz istediğimiz sürece biz olacağız. Bir ailenin çocuklarıymış. Boşversene. Hangi aile normal ki. Kalk hadi. Bu halde olmama izin mi vereceksin?" Kapıda bana bakan annesinin homurdanışları kulağıma geliyor. "Ailen beni parçalamak üzere Thomas. Baban anlattığın kadar iyi huylu ama annen birazdan saçlarımı yolacak gibi duruyor. Beni ona karşı korumak istemez misin hayatım?" Hafif bir gülüş duyuyorum, bir fısıltıya yakın bir ses.. Kafamı kaldırıp baktığımda Thomas'ın babasının acılı yüz ifadesine rağmen gülümsercesine kasılan dudaklarını görüyorum. "Seni seviyorum Thomas.. Sen benim bir şeyim değil, her şeyimsin. Kalk hadi. Beni bu halde bırakmak sana hiç yakışmıyor farkında mısın?" Elinde gezdirdiğim parmaklarımı o ince borulara zarar vermemeye çalışarak eline kenetliyorum. "Bu arada Lex olmasaydı burada olmayacaktım. Bu yüzden uyandığında gidip ona teşekkür etmeliyiz bi'tanem. Biliyor musun hiç söz dinlemiyor.. Bu gece kendini öldürtecekti Thomas. Connor Mead tarafından dayak yedi, hemde kendi partisinde. Ama buna şaşırdığını sanmıyorum. Hepimizin Lex'e sağlam bir yumruk geçirmek istediği olmuştur değil mi hayatım? Sen bile hatta. Hadi kalk ve ona bu olanları hakettiğini söyle Tommy." Kafamı bir an Lex'e çeviriyorum ve görüntüsü beni rahatsız ediyor. O kadar kötü durumda ki. Boş bakışlarla yatağa bakıyor sadece. Kendimi mi onu mu düşünmem gerektiğinden emin olamıyorum. "Lex? Lex iyi misin? Lex!" Hafif bir baş hareketiyle onaylıyor beni. Omuzları çökmüş bacağı ezilmiş bir köpek gibi karşımda. Yalan söylediği o kadar açık ki iyi olduğuna inanmamakla birlikte o kadar kısıtlı zamanım var ki inanmış gibi yapmak zorunda hissediyorum. Thomas'a dönüp elini tutmadığım elimle saçlarını düzeltiyorum. Kokusunu, hatta onu yanımda götürebilsem ne güzel olurdu. "Seni seviyorum Thomas Wilson. Buna bu kadar mı tepkisizsin.. Kalk hadi.. Lütfen..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
St.Jude IV.Sınıf, Admin
St.Jude IV.Sınıf, Admin
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 1215
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Lex

Şöhret
Puan: 113

Parti Trajedisi  Empty
MesajKonu: Geri: Parti Trajedisi    Parti Trajedisi  Icon_minitimeSalı Ağus. 03, 2010 11:51 pm

Kapının açılmasıyla bambaşka bir rüyaya geçiş yapmış gibi hisseden Alex kalbinin ıslah edilmez vahşi beygirler gibi dört nala koşmasına engel olamıyordu. Buna rüya demek doğru olmazdı, aksine her gece tekrar eden bir kâbusun eşiğindeydi. Arkadan giren hayali acıklı müzik eşliğinde bulmayı beklediği şeyi bulmuştu, buna rağmen hissettiği hüzün sert bir viskiden bile şiddetli koymuştu. Odadaki yabancı şeyleri bile unutmuştu, onlar kelimeleri tükürürcesine sarf ederken kontrolünü kaybetmemesindeki tek geçerli sebep Clem’in kendisine ihtiyacı olduğuydu. İkisi, birbirlerini manevi dayanak gibi kullanırken gözleri aynı şeye kilitlenip kalmıştı. Alex Clem’i daha sıkı tuttu. Gözlerini bir kere Thomas’tan kaçırdığından ona tekrar bakma cesaretini kendinde bulamıyordu. Doktor içeri dalıp vıdı vıdı eden aile üyelerini, daha çok Thomas’ın annesiydi dır dır eden, sakinleştirirken Alex Clem’in tüm ağırlığını beline vermiş doktorun konuştuğu anne ve babaya bakıyordu. Onlara hak veriyordu, her ne kadar önlerine çıkmaya çalışsalar da trajik olmalıydı. Dışarı çıkarken kadın sanki gözleriyle Clem’i bıçaklayabilecekmiş gibi baktıktan sonra dışarı çıktılar. “Ne kadar sessiz.” Diye düşündü Alex. Ölüm sessizliği gibiydi. Havada asılı kalmış o ağır koku, yapışkan zeminde cırt cırt sesine benzer çıkan ses hariç tam anlamıyla ölüm sessizliğiydi. Alex hala Thomas’a bakamıyordu. Doktor en fazla yirmi dakika kalabileceklerini söylerken Alex ona orada olması çok garip bir şeymiş gibi baktı ve konuşabilmek için dudaklarını yalayıp onaylar bir kelime sarf etti. Adamın ayak seslerinden bile nefret etti, bu hastaneden, bir şey yapamayacaklarını bildiği doktorlardan. Hala Thomas’a bakamıyordu, ona bakmanın güneşin gözlerini yakması gibi hissettireceğinden korkuyordu. Clem’in yanaklarını süsleyen gözyaşlarını sildiğinde cesaretinden ötürü tebrik etti Clem’i. Ne yazık ki kendisinin bunu yapabilecek denli cesareti yoktu, en azından ayıkken, daha önceki o küçük anıyı hala olmamış sayıyordu. Clem’i yatağın yanına götürüp oturttuğunda kendini tonlarca yük taşımış gibi hissediyordu. O an en nihayetinde Thomas’a bakabildi. O kadar kötü görünüyordu ki. Onca mekanik zımbırtılar arasında hayata tutunmaya çalışır gibiydi. Belki de ölmeye çalışıyordu, Alex emin olamadı. Tek bildiği o tekerrürlü bipleyişlerin hayatta olduğuna dair tek işaret oluşuydu. Üstelik Clem’in şizofrenik monologları da çok kötüydü. Alex gözlerini ayırmadan Thomas’a bakarken hareket etmesini bekliyor gibiydi. Rengi hastane duvarlarının rengine dönmüştü, sanki yüzündeki canlılık tonları su gibi akıp gitmiş ve geriye mermerimsi bir renk bırakmıştı. Dudakları pembeliğini kaybetmiş, soluk bir renkteydi. Clem’in sesi duvarlarda çınlarken Alex kelimelerin anlamlarını kaybetti, sadece sesi dinledi. Boşluktaydı, tam anlamıyla bir boşluktaydı. Blaise’i gördüğünde böyle hissedecek zamanı olmamıştı, babasına olan öfkesi, o bilinmezlik en azından kaybolmuş gibi hissetmesine engel olmuştu. Şimdiyse yarı ayık yarı acılı ve tam anlamıyla bir hiçti. Dudaklarından dökülmeyen bir sürü soru vardı, çoğu neden içeriyordu. Ona son söylediği şey “Sen kendi kız kardeşinle yatacak kadar haysiyetsiz ve iğrenç bir herifsin!" olmuştu. Bilmiyordum demek istedi, onun hayatının bu denli kaygan, bu denli dayanaksız olduğunu bilmiyordu. Omuzları çökmüş, tüm kasları felçli gibi hissederken bakışlarında yoğun bir pişmanlık ve esef vardı. Clem’in sesi netleşti, adını söyler olduğunda Alex Clem’e baktı. Onu görüyor ama kim olduğunu anlayamıyor gibi bir bakış attıktan sonra kafa salladı ama neye onay verdiğini bile bilmiyordu. Clem konuşmaya devam etti Alex de yapacakları hiçbir şeyin tesiri olmayacağına inanmaya. Çünkü o an kendini o kadar yararsız hissediyordu ki öfkelenmeye bile mecali yoktu. Midesindeki çalkalanma artmıştı, çoğunlukla da gelişen hızlı olaylar ve üzüntü sebebiyle. Midesindekileri midesinde tutmaya çalışırken katı ifadesizliğiyle “O kalkmayacak.” Dedi. Sesi ruhsuz ve duygusuzdu. “Onunla konuşmanın hiçbir faydası yok, seni duyamıyor. Duysa bile uyandığında hiçbir şeyi hatırlamayacak. Tabii uyanabilirse.” Acımasız olduğunu biliyordu ama bunları söylemek daha iyi hissetmesini sağlıyordu. En azından alışmaya çalışıyordu. Faydasız olmak çok canını sıkıyordu çünkü. Ve Clem'in de bunu anlaması gerekiyordu aksi taktirde hayatını ölmemiş bir ceset başında delice konuşmakla geçirebilirdi. Belki ona kızacaktı bu gaddarlığından dolayı ama Alex bunun onun için en iyisi olduğunu biliyordu. Gerçeklerle yüzleşmenin.
Sonunda daha fazla dayanamayıp yatağın kenarındaki çöp tenekesine doğru attı kendini ve kıvrılıp midesindekileri içine boşalttı. Orada, zavallılığına bakarken hala aynı şeyleri düşünüyordu. Suçluluk duygusu son zamanlarda çığ gibiydi ve elbet üzerine kapanacağı gün gelecekti. Ama o gün kendini öldürmeye çalışmasını engelleyecek tek şey Thomas’ın şu durumu ve Clem’de yaratabileceği hasardı. Tek korkusu bu hasarı umursamayacak boyuta gelmekti. Damağındaki keskin tadı atmak için çöpe tükürdü ve getirilen sulardan biriyle ağrını çalkalayıp yeniden tükürdü. Sağlam durmaya çalışıyordu ama açıkçası, yanan Roma’nın yıkıntılarından farksızdı. Doktor geldiğinde dudaklarındaki suyu elinin tersiyle sildi. Clem biraz daha burada kalırsa kusmuk ve ilaç kokusundan kafa olup Thomas'ın üzerine atlayabilirdi. O an Alex de gitmek istemiyordu ama zorunluluklar vardı ve hastanede problem çıkarmak istediği son şey idi. "Gidiyoruz." dedi Clem'i tek harekette tekrar kucaklayıp doktora ve arkasındaki aile üyelerine duygusuz bakışalr atarken. Bu da hastaneden çıkışın sonu olmuştu işte.
Soğuk havayı ciğerlerine çektiğinde daha iyi hissetti. Kollarındaki Clem'den cebindeki sigarayı uzatmasını isteyip dudaklarındaki sigarayı yaktırdıktan sonra daha iyi hissediyordu. Gerçi ne kadar iyi hissedebilirse. Sessizliğini koruyup Clem'e zaman tanımaya karar verdi. Bir konuşan oalcaksa o olmalıydı çünkü Alex'in söyleyebileceği tek bir kelime bile yoktu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 663
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Cle.

Şöhret
Puan: 70

Parti Trajedisi  Empty
MesajKonu: Geri: Parti Trajedisi    Parti Trajedisi  Icon_minitimeÇarş. Ağus. 04, 2010 1:28 am

Boş bir kıyı meyhanesinde en acıklı notaları dinlemek gibi burada olmak. Sadece burada durmak bile.. Biraz daha yükselse acım göğün tavanını delecekmiş gibi. Son limana gelmişim gibi. Buradan sonra sığınacak yerim yok. Bu oda tüm o acıyla ve karşımda yatan aşkla birleşip akıl sağlığımı yerinde tutuyor. Buradan çıkmak sonum olacakmış gibi hissettiriyor bu yüzden. Thomas'ı zar zor bulmuşken yeniden, buradan gitme ihtimalini kabul edemiyorum. Düğüm düğüm kalan kelimeler var hala boğazımda. Kokusunu her duyduğumda geriye kalan zamanı milim milim hesapladım bu ana kadar. Sonra içim yine aynı huzur verici kokuyla doldu. Ben onu yine damla damla harcamaya kıyamayacağım ama buradan koparılırsam hayata olan o gümüş bağlarım da kopacakmış gibi geliyor bana o anda.. Adını karanlık sokaklarda kendime bile itiraf edemez hale geleceğim günü bekliyorum aslında. Asıl sonum o zaman olacak sanırım. Sefa pezevengi tanımına uyan insanların ortasında sana duyduğum sevginin depresif bir histeriye dönüşümünü izliyorum yavaş yavaş. Sonra kopup gidecekmişim gibi her şeyden, herkesten..
Geçmişimiz biraz eksik biraz tuhaf. Yüklenemediğimiz sorumluluklar var önümüzde. Yalnızlığın ne kadar acı verdiğini itiraf edemedik birbirimize. Asıl yalnızlık bedenin ölümüyle başlayacak, ruhun seni terkettiğinde. Ama bir parça kutsallığım varsa Thomas.. Buradan ayrılmanı engelleyeceğim bir şekilde. Gaipten gelen sesler, acı çektiren halisünasyonlar ile reaksiyona girip beni delirtmeyi denese bile beni burada tutan sensin ve seni de ben burada tutan olmaya kararlıyım. O güce sahip olma olasılığım eksilerdeyken o gücü toplamama neden olan tek bir anım var eskilerden. Öncesi can sıkıntısı sonrası sefalet biraz. Ama o anın mükemmeliği hala aynı canlılığında. Kıvrılıp bir sobanın dibine sıcaklığı yüzünde hissedersin ya, o kadar net anılarımda.. Bırakalım her şey düşeceği yere düşsün. Çeşmeyi açtığımızda su yerine lav aksa da yüzümüze çarpabilecek hale gelelim o suyu. En derin çukurlarda nefret dolsa da biz içinde boğulmadan kalabilelim birlikte oldukça.. Bırakalım her şey olduğu gibi kalsın. Sadece seviyorum demek düşmesin üstümüze, ezilmeyelim ağırlığında.. Sadece onun pişmanlığı olmasın.. Birden fazla seçenek olsa da ya hepsini seçelim ya hepsinden vazgeçelim.. Sadece ayın parıltılarıyla kutsadığı yüzün benden uzak kalmasın.. Ben hepsinden vazgeçmeyi denedim sonra yine seni seçtim. Sen neden yaşamayı seçmeyesin?
Parmakların hala parmaklarımdayken Lex'in beni bıçaklarcasına acıtan sözleri düşüyor üstüme. Bıçaklamak iyi bir örnek oldu aslında.. Ama Lex daha kabiliyetli bu konuda. Birini on yedi yerinden bıçaklamak caniliktir. On yedi kez aynı bıçağın üstüne düşmesini sağlamak yetenek. Lex beni her kelimesiyle aynı bıçağın üstüne düşürebilecek güçte şu anda. Uyanabilirse.. Binlere milyonlara bölünüp tekrar tekrar içime batan bir kelime. Kalk ve ona uyanacağını söyle.. O haksız ve biz haklıyız. Kanıtla artık Thomas. Aynı bıçağın üstüne daha kaç kez düşmem gerekiyor? Nasıl bu kadar duygusuz olabiliyor Thomas? Nasıl bana, şu halime rağmen, dayandığım tek şey o olmasına rağmen uyanamayacağını söyleyebiliyor? Cümlelerimi seslendiremezken ben o nasıl böyle ruhsuz ve umutsuz dikiliyor başımda?
Havada zaten bayılmama yetecek kadar iğrenç ilaç kokusu varken bir keskin koku daha doluyor burnuma. Buna rağmen hala Thomas'ın kokusu daha net biçimde hissedebildiğim bir şey. Geriye dönüp Alex'e bakıyorum, o kadar da duygusuz değilmiş sanırım. En azından kusabiliyor. Parmaklarımı hala ayıramıyorum cansız avucundan. Hala bir elim saçlarında dolaşıyor. Bu anı sonsuz tanımına yaklaştırabilseydik, ya da zamanı durdurabilseydik.. Hatta ileri sarabilseydik. Biraz daha toparlanmış olur muydum acaba? Etrafımda yürüyen insanlar bana bir şey ifade etmiyor, gidişimizi belirten sözcükse o an yerin altımdan çekildiğini hissettiriyor bana. Senden ayrılmak istemediğimi biliyor olmalılar Thomas? İtiraz edecek gücüm yok ama. Elimin avucundan kaymasına bile engel olamıyorum o anda. Az önce söylediklerinden sonra Lex'e bu kadar yakın olmak huzursuzluk veriyor bana. Ama onu da kendimden uzaklaştırırsam burada yatmadan gömülmem gerekecek muhtemelen.
Serin hava yüzümü yalayana kadar dışarı çıktığımızın farkında değildim. Buraya gelene kadar geçen süreye dair bir şey söyleyemem ama bu his güzel. Thomas'ın yanında olmak kadar olmasa da güzel. Odada söylediklerinden sonra bir şey söylememiş olan Lex'in isteğine karşı gelip ona bağırıp çağırmak istiyorum aslında. Ama konu basit bir sigara. Bunu içerideyken yapabilmeliydim. Yarı baygın olmasaydım yapardım da.. Zar zor kontrol edebildiğim parmaklarımla dudaklarına sigarayı yerleştiriyorum. Çakmak sözüme boyun eğmekten çok uzak. Sonunda başardığımda kendi üstümde bırakıyorum paketle birlikte onu da. Titreyişimin nedeni soğuk mu yoksa olanlar mı bilmiyorum hala. Sadece az da olsa etrafımdakileri uyuşmuşluğumla algılayabilmem dışında ayık mıyım onu da bilmiyorum tam olarak. Lex'in sigarası bittikten sonra önümüze yanaşan limuzine biniyor kucağında vücudumla. Buraya gelmeden önce benim ona yardım ettiğimi hatırlıyorum hayal meyal. O an bana fazlasıyla uzak şu anda, içeride olanlardan sonra. Lex geniş koltuğa rahatça oturduğunda toparlanmak için büyük çaba harcayıp kayıyorum kucağından diğer yana ve başımı dik tutmakta zorlanacağımı farkedip soğuk cama yaslıyorum. Bir şey söylememesi hoşuma gidiyor. İçeride söylediklerinden sonra canımı ne kadar yaktığının farkında mı acaba. Bana baktığının farkındayım ama bu da benim için bir şey ifade etmiyor. Tepkimi merak edercesine bizi eve götürmesini söylüyor şöförüne. Ev.. Kastettiğinin benim evim olmadığı ortada.
Yüzüm camda kayan şekillere rağmen parlamasa tekrar ağladığımı farketmeyecektim muhtemelen. Ağlamak artık benim için bir ifade bile sayılmıyor bu gece. Zaman kavramım yitip gitmişken bulanıklaşan şekillere doğru ağlamaya devam ediyorum sessizce. Eve gelene kadar tek kelime etmeden, şehir otobüsünde yan yana oturan iki yabancı gibi oturuyoruz öylece. Sonra araba yavaşlıyor ve duruveriyor birden bire. Lex tekrar bana doğru dönüyor.. Yüzüme baktıktan sonra beni taşıması ihtimalini hiç katmadığımı anlamış olacak ki inip kapıyı benim için açık tutmaya devam ediyor. Koltukta kayarak ilerlemek kolay da krema kıvamına gelen bacaklarımın üstünde durmak iyi bir çaba gerektiriyor. Bir.. İki.. Üçüncü adımda dengem sarsılıyor. Ve bu gece ikinci kez Lex beni tam düşecekken kucaklıyor. İtiraz etmek zor. Ona karşı koyacak gücüm olmadığından, yürüyemeyeceğimden ve sesimi bulup tekrar dışarıya çıkmasına nasıl izin vereceğimi unutmuş olmamdan kaynaklanan bir zorluk bu.
Kucağında beni kolayca taşıyarak merdivenlerden çıkıyor. Odasına, o alışkın olduğum yere gelmek bana bir şey ifade etmiyor. Oysa burada da güzel anılarım var. Güzel konuşmalar, neşeli kahkahalar, eğlenceli zamanlar var.. Hatta çocukluğumun oyuncakları ve hayalleri sızmış duvarlarına.. Ama şu an hiçbiri bir şey hatırlatmıyor bana. Lex beni dengede tutmaya çalışarak örtüyü açıp geniş yatağa bırakıveriyor. Daha sonra üstünü değiştirmeden etrafından dolaştığı yatağın öbür yanına uzanıyor. Sözleri hala kulaklarımda çınlarken ona bu derece ihtiyacım olması beni deli ediyor. Orada ne kadar süre sessiz bir protestonun savunucusuymuşcasına sırtım dönük ve tek kelime yattım bilmiyorum. Bayılmanın eşiğinde olmama ve çoktan gelmiş olan uykuma rağmen ayık olduğumun farkındayım. Duyabildiğim tek şey Lex'in nefes alışları.. Daha fazla direnemeyip ona doğru dönüyorum birden bire. Bu ani hareket başımın dönmesine neden oluyor yattığım halde. Sonra bana dönen yüzüne bakıp tutamadığım hıçkırıklarımı salıveriyorum ortaya. Odanın sessizliğinde yankılanıp tekrar bana dönüyorlar ve kulağımda çınlıyorlar. Başımı göğsüne yaslayıp onun sıcaklığına sarılmak bana huzur veriyor. Az önce ona o kadar sinirli olmama rağmen hayatta kalmak için tek nedenim o ve bu benim inadımı kırabilecek tek şey. Ne yaparsa yapsın sadece yanındayken nefes alabiliyorum.. Ve ne yaparsam yapayım yanımda. Elimde sadece o kaldı. Başka ne için savaşabilirim bilmiyorum..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
St.Jude IV.Sınıf, Admin
St.Jude IV.Sınıf, Admin
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 1215
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Lex

Şöhret
Puan: 113

Parti Trajedisi  Empty
MesajKonu: Geri: Parti Trajedisi    Parti Trajedisi  Icon_minitimeÇarş. Ağus. 04, 2010 2:00 am

Clem’in sadece uzaktan kendisine bakıyor olmasından memnundu. Yani o an mermer bir heykele uzaktan bakan bir turist gibiydi. Ustanın hüznünü yansıtan donuk ifadeleri sanatçı gibi anlayamıyordu. Alex orada acımasız, gaddar, vahşi, düşüncesiz gibi bütün sıfatları üstlenirken aslında umutsuz, yılmış, tükenmiş olduğunu içine gömüyordu. Halsizdi, hem manevi hem de fiziksel açıdan ama sadece göstermemeye çalışıyordu. O duygudan yoksun mimikler ne kadar usta oyunculuk sergiliyordu oysa. Clem’e ihtiyacı olan sessizliği verirken hastanedeki o ölüm sessizliğini düşünüyordu. Thomas, bilardo oynayıp alay ettiği en yakın arkadaşı kulakları sağır eden sessizliğin içinde öylece yatıyordu. Alex ona dokunmaya korkmuştu Clem’in aksine, cılız parmak uçlarında zayıf nabzı hissetmenin ne denli yıpratıcı olduğunu biliyordu. Sadece kendisini en kötüsüne hazırlamaya çalışıyordu böylece o karanlığa gömdüğü umut ışığı alevlendiğinde ve Thomas yeniden ayağa kalktığında ona sıkıca sarılacak ve tüm o karamsarlığından tek seferde kurtulacaktı. Şimdiyse en melankoli anlarını yaşıyorlardı Clem ile. Bir dalgaya kapılmışlardı ve çırpınmazlarsa ikisi de akıntıya kapılıp gideceklerdi. Thomassız hayatın olmadığına inanmamaları gerekiyordu, yoksa onunla beraber ölürlerdi. Nefes alan ama yaşamayan iki beden olurlardı. Alex bunun bilincindeydi yine de Clem’i arabaya götürdüğünde hala yürüyen bir hayalet gibi hissediyordu. Jackson’a yarım ağır, mırıltılı bir direktif verdikten sonra arabanın hareket ettiğini hissetti. Kendini bunaltıcı buhranın içinde bulduğunda gözlerini kapadı ve başını arkaya atıp nefesini burnundan verdi. Koca bir sigara paketini bitirecekti, ardından yeni bir paketi. Ciğerleri beyaz bayrak çekene ve kasları mayışana kadar devam edecekti ama şimdi değil, sadece Clem’in uyumasını beklemeliydi bu yüzden belki sabaha karşı yapacaktı bunu. Yanında şekersiz naneli dondurma alıp iki şişe viski devirmeyi de düşündü. Burnunu ve tüm dayak muhabbetini unutmuştu. Yerlerde sürünen itibarını Thomas’ın uyanması durumunda kendisi de tekmelemeye hazırdı. İçinden Clem’in odada dediklerini söylüyordu aslında ama bu ikilide birinin güçlü tarafı oynaması gerekiyordu ve zor olanı yapmak Alex’e düşüyordu. Dürüst olup içten yaklaşma gibi bir lüksü yoktu. O an bulabildiği her şeyi parçalamak, kırmak, avazı çıktığında bağırmak istiyordu ama yapamazdı. Belki yalnız olduğunda bir ara. Bronx’taki bir zenciden aldığı otu sarıp içerken yapabilirdi. Clem bunu yapacağını bilmemeliydi zira onun bir tür ağıt çekeceğinden korkuyordu, muhtemelen dinlemeyecekti onu çünkü son zamanlarını adam akıllı yaşamasını sağlayan şeylerden biri de buydu. Clem’den sakladığı tek sır. Gerçi o an bunu umursamayacağına emindi ama sessiz kaldı. İkisinin de yalnız kalmaması gereken zamanlardan biriydi çünkü saçmalamamalarını sağlayan tek şey birbirlerine verecekleri manevi zararın korkusuydu. Eve geldiklerinde bel ağrılarına rağmen Clem’e destek oldu. Clem ağladıkça kendini daha da kötü hissediyordu, kalbinin oraya saplanan bir bıçak acısı gibiydi. Tüy gibi bedenini neredeyse taşırken Clem’i anlayabildiğini fark etti. Muhtemelen bu Cleo’ya olmuş olsaydı Alex Clem’i de dinlemez neştere abanırdı. Ya da bir torba uyuşturucu serumu kafaya dikerdi. Bunları düşünürken tereddütsüz yapacağına emindi. Neyse ki Clem daha mantıklıydı, en azından istisnasız intihara kalkışmıyordu ama kalkışma ihtimaline karşı Alex onun yanında olacaktı. Clem ile ilgilenmekle o kadar meşguldü ki belki de bu yüzden henüz adam akıllı duygularını ifşa etmeye yanaşmamıştı. Clem’i yatağa götürüp bıraktıktan sonra bir tür atıp diğer tarafa yöneldi ve üzerini değiştirmeye bile gerek görmeden kendini yatağa bıraktı. Clem sırtını dönüp yattığında Alex onu zorlamadı. Gözlerini tavana dikmiş sadece yorgunluğunu yatağa aktarıyor gibi hissediyordu. Sırt ağrısı öldürücüydü, üstelik hastanede onlara baktıracak zamanı olmamıştı. Nefes alış verişi düzenlendiğinde kafasını dağıtmaya çalışıyordu. Clem aniden kendisine dönüp hıçkırmaya başladığında Alex çok daha beter hissediyordu öyle ki sözlükte onun bu ruh halini anlatacak bir terim yoktu. Etrafındaki herkesi öldürdüğünü ya da kaçırdığını düşündü. Biraz daha böyle giderse en iyi takım elbisesini giyip köprünün tekine çıkacaktı. Clem başını göğsüne yaslarken kollarını ona sardı ve teselli amacıyla başını okşadı. Bir kızla cinsellik haricinde burada yattığını hatırlayamıyordu. Clem ilkti ve sondu büyük olasılıkla ve Alex buna memnundu.
Hıçkırıklar duvarlarda çınlarken hala tasasız durmaya çalışan Alex’in yanaklarından süzülen birkaç riyakar gözyaşını aydınlattı camdan giren ay ışığı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Andreas Chamberlain
Fotoğrafçı&Manken
Fotoğrafçı&Manken
Andreas Chamberlain


Mesaj Sayısı : 235
Kayıt tarihi : 18/07/10

Şöhret
Puan: 630

Parti Trajedisi  Empty
MesajKonu: Geri: Parti Trajedisi    Parti Trajedisi  Icon_minitimeÇarş. Ağus. 04, 2010 9:28 pm

Çohoş felan. Uzun da olmuş. Ben uzun ve anlamlı rp taraftarıyım. Rpnize 5 tam puan veriyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Parti Trajedisi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Parti Safsataları

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gossip Girl R-Play :: New York City :: Brooklyn :: Lutheran Medical Center-
Buraya geçin: