Gossip Girl R-Play
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


You know, you love me. XOXO Gossip Girl
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Zekice Bir Yaklaşım

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Sydney Williams
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Sydney Williams


Mesaj Sayısı : 86
Kayıt tarihi : 15/08/10
Lakap : Sid.

Şöhret
Puan: 3

Zekice Bir Yaklaşım Empty
MesajKonu: Zekice Bir Yaklaşım   Zekice Bir Yaklaşım Icon_minitimePaz Ağus. 29, 2010 9:21 pm

Zekice Bir Yaklaşım 77
Zekice Bir Yaklaşım.
Joel & Sydney

Sid bir yaz tatili gününden feragat ederek okulun Genel Kültür Yarışma Takımı ile çalışmak için kütüphaneye gider.

Yok kurgunun devamı otur oku ya *-*


En son Sydney Williams tarafından Paz Ağus. 29, 2010 11:15 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sydney Williams
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Sydney Williams


Mesaj Sayısı : 86
Kayıt tarihi : 15/08/10
Lakap : Sid.

Şöhret
Puan: 3

Zekice Bir Yaklaşım Empty
MesajKonu: Geri: Zekice Bir Yaklaşım   Zekice Bir Yaklaşım Icon_minitimePaz Ağus. 29, 2010 10:42 pm

Güzel bir gün. Manhattan güneşli, bulutlar çil yavruları gibi kaçışmış, masmavi pırıl pırıl bir gökyüzüne bırakmıştı kendini. Hava durumu sunan takım elbiseli adam genizden gelen sesiyle işini yapıyordu. Seatledan bahsettiği sırada babamın kuzeni olan yaşlı Maggie Hala “Bu adamı niye hava durumu sunucusu yapmışlar ki?” dedi çemkirircesine. Garip gözlükleri vardı, çerçevesinden tespih gibi sallanan süsleri ile demode bir tarzdı. Kaplan deseni, ki bunu ben bile artık demode buluyordum, v yaka bluzunun üzerinden karnını kaşıdı ve kumandayı aradı yanındaki cilalı sehpanın üzerinden. Uzun, cart kırmızı tırnakları beni hep ürkütmüştür. Cevap verme ihtiyacı görmedim, sadece yanında oturduğum camdan dışarı çevirdim gözlerimi. Burası her şeyin başkentiydi, neredeyse dünyanın etrafında döndüğü bir yaşam alanı. Ama benim istediğim bu değildi. Doğrusu ingilterenin uçsuz bucaksız yeşil tarlalarında olmayı düşlemek çok daha güzeldi. O taze havanın kendine has kokusunu duyumsayabiliyordum neredeyse. En kötüsü babamın yanına, Los Angeles’a gitmeyi isterdim ama o Russell ile beni istemediğini kesin bir diller belirtmişti. Burada kapana kısılmıştık kobay fareleri gibi ve soluduğum havadan bile zehirleniyordum. Ve yapacak hiçbir şeyim yok.
Saate göz attım. Dakik biri olduğumdan genelde yaptığım işlerin hiçbiri şaşmaz tabi gece aşırı alkol alıp nerede ve kaçta uyandığımı fark edemediğim anlar hariç, o zaman da genelde koşarak yetişirim. Şehir içinde at sürmeme izin verseler hiçbir şeye geç kalacağımı sanmıyorum çünkü övünmek gibi olmasın ama iyi at sürerim. Önümdeki ‘Genetik Bozukluklar’ kitabını kapattım ve koltuk altıma sıkıştırıp gün içindeki güneşin konumunu izlememe yarayan güçlendirilmiş güneş gözlüğünü son bir kez daha takıp değişen açıyı kareli deftere not aldım. Defteri üzerinde garip şekilli bir dantelin bulunduğu sehpaya attıktan sonra Maggie Hala’ya gidip alnına bir öpücük kondurdum. “Ben gidiyorum. Daha sonra defterimi almaya gelirim.” Maggie hala hep şeker biri olmuştur, zevksiz kıyafetlerine rağmen tanıdığım en sıcakkanlı insandı. Buruşuk yüzünde mutluluğu simgeleyen dişsiz bir gülümseme oluştu. “Dikkatli ol Sydney, dışarıları tekin değil.” Elime biraz para sıkıtırdı ve yeniden televizyona döndü. “Bu adamı niye hava durumu sunucusu yapmışlar ki?” diyordu ben kapıdan çıkarken. Genelde dediklerini unutup durur. Gülümsedim.

[size=12]Maggie Hala’dan aldığım parayla kendime bir böğürtlenli-çikolatalı dondurma aldıktan sonra dişlerimi donduran dondurmayı kemirirken yürümeye devam ettim. Maggie Hala’nın evinde çalışmamın tek sebebi okula yakın olmasıydı. Hala yaz tatilindeyken okula gitmek çoğu normal hayta öğrenci için sinir bozucu bir şeydi ama ben okulu seviyordum. Yani içindeki kendini beğenmişleri değil, okulu. Üstelik gidiş amacım tamamen gönüllük esasıydı. Cezaya kalmadıkça Constance Billard kızları asla bir genel kültür yarışmasına katılmazdı ama ben tam anlamıyla yürüyen bir genel kültür dehası olduğumdan katılmamak hata olurdu. Transfer olduğum okulda hiç bu tarz bir yarışmayı kazanamamış olmamız çok yazık ama umudumu yitirdim sayılmaz. Kırmızı konverslerimin tabanlarını sürte sürte okul kapısına omuz atıp içeri girdim. Yol esnasında yediğim dondurmanın sivri külah ucunu da ağzıma atıp çiğnerken girişten sola dönüp kütüphane önünde durdum. Şimdi içerisi bir yığın öğrenciyle dolu olacaktı, bir yığın tanımadığım öğrenci. Bu yabancılık duygusundan nefret ediyorum, çenem kilitleniyor ve nefesim kesiliyor. Kendime güvenimi aşmadıkça hiçbir şeyim, lanet olsun! Terli avuçlarıma tırnaklarımı bastırıp yumruk yaptığım elimi kapıya vurma cesaretini gösterdiğimde ciğerlerimin üzerine ansiklopedi koymuşlar gibi hissediyorum. Başım dönüyor ama olsun, artık içeri girmem şart oldu kaçamam da.

Kapı kolunu yavaşça aşağı bastırıp içeri girdim. Bacaklarım deli gibi titriyordu. Dikdörtgen çerçeveli uzun boylu ve çelimsiz adam gördüğüm ilk kişi oldu. Yaşı 30ların ortasındaydı, sarı saçları gördüğüm en iğrenç modelle yana ayrılmıştı. Yüzü bembeyazdı ve burnu üzerinden çiller seçilebiliyordu. Damağımın nasıl bu kadar çabuk kuruduğu hakkında hiçbir bilimsel açıklamam yok. Ellerimi saklama ihtiyacının neden doğduğunu da, sanırım sahne korkusu olanlara böyle oluyor. Bir şeyler demeye çalışsam da tek kelime bile edemedim. Aptal Sydney! “Sen Sydney Williams olmalısın.” Dedi o benim aksime candan bir ses ile. Bir şey demek için yine ağzımı açtım ama tekrar dudaklarımı birbirine bastırıp kafa salladım. “Bir yere geç öyleyse.” Dedi eliyle sandalyelerde oturanları gösterip. Kalbim duracak gibiydi. Elemanlara göz attım. Benimle beraber dört kişiydik. Uzun siyah saçlı, gotik bir kız vardı. Muhtemelen disiplin cezası yüzünden buradaydı. Baygın ama tehditkar bir bakış attı. Diğer çocuk kızıl kıvırcık saçlıydı. Hiperaktif gibi durmadan ayağını yere vuruyordu. Devasa kemik çerçeveli siyah gözlükleri ve benimle konuşan adamınkilerden daha da fazla çili vardı yüzünde. Diş tellerinin ışıltısıyla gözlerimi kör edebilirdi. Baklava desenli hırkası da cabası. Kim bu havada gömlek üzerine hırka giyer ki? Sno çocuk, ki aralarında en çok dikkatimi çeken oydu, bir baş yapıttı sanki. Gözlerini yakaladığımda renklerine taptım diyebilirim. Sanki hristiyan korosunun ilahi sesi odayı doldurmuştu da çocuk kutsal bir ışıkla parlıyordu. Elbette abartıyorum, mantıken bu çok saçma olurdu. Yine de ona bakarken eriyip gittiğimi söyleyebilirim. Sanki dengemi tam anlamıyla kesmişti ki bunu yapmak için orta kulak sıvıma ulaşması ve… her neyse demek istediğimi anladınız. O an kafamdan vurulmuş gibi hissettim. Herhalde uzun süre dikildiğimden olsa gerek adımı duydum az önce konuşan adamın sesi aracılığıyla. Öküz gibi bakmayı kesip harekete geçtim ve yanındaki boş sandalyeye oturdum. Ellerimin titrediği belli olmasın diye kollarımı göğsümde kavuşturdum. Yanımdaki çocukla konuşmak için ölüp bitiyordum ama ne diyecektim ki, aklıma akıllıca bir şey gelmiyordu. Pardon düzeltiyorum, fazla akıllıca şeyler geliyordu. “Bazı parazitlerin kalbi sarıp sıkıştırarak birinin ölümüne sebep olabileceğini biliyor muydun?” gibi. Rrr!

Çelimsiz adam ayağa kalktı ve konuşmaya başladı. “Tamamlandığımıza göre başlayabiliriz. Adım George Fisher. Üç senedir okulumuzun genel kültür yarışmalarını ben düzenliyorum. Şimdi hepinizi denemek için birkaç soru soracağım. Bayan Williams, sizden başlayalım.” Kemikli ellerini birbirine kenetlediğinde ödüm patladı. Hey adam dikkatim dağıldı şu tanımdaki tanrı görünüşlü şey yüzünden ağır ol! Demek istedim ama nerde? “Isıyı doğrudan elektrik enerjisine dönüştüren ve özellikle uzay araçlarında enerji kaynağı olarak kullanılan aygıt nedir Bayan Williams?” Aha bunu biliyordum! Kesinlikle biliyordum eminim. Neydi? Terli bir şeydi. Ter, ter, ter… Yanımdaki çocuk da terler mi hiç acaba, çünkü çok güzel kokuyor. Okyanus tuzu gibi. Kendi ter kokusu buysa bunu depolayıp parfüm niyetine saklayabilirim. Bir dakika soru neydi? Zamanınız azalıyor Bayan Williams.” Immm! “Termoiyonik Pil.” Ne dedin? Gözlerim saniyeliğine çocuğa kaydı. Bana cevabı söylemişti! Bu adiceydi ama biraz da sevimliydi. Hatta çok tatlıydı. Zamanım dardı değil mi?! “Termoiyonik Pil!” diye haykırdım sesini kazandığımda. “Doğru cevap.” Rahatladım, daha ilk sorudan elenmek kötü olurdu. Yerime sinip kaçamak bir bakış attım George gotik kıza sorusunu sorarken. “Teşekkürler.” Kediyi andıran mırıldanmamın ardından gülümsedim bir cesaretle.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Joel Jarschel
St.Jude IV.Sınıf
St.Jude IV.Sınıf
Joel Jarschel


Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 01/08/10
Lakap : Joely falan heralde ne biliyim kısacık adı var zaten yavrumun

Şöhret
Puan: 0

Zekice Bir Yaklaşım Empty
MesajKonu: Geri: Zekice Bir Yaklaşım   Zekice Bir Yaklaşım Icon_minitimePtsi Ağus. 30, 2010 1:04 am

"Sana da günaydın anne." Üstümden eğilip odamın perdelerini açışıyla uyanıyorum güne. Gökyüzü fazla parlak bugün. Cevaplamak yerine gülümseyip kucağımdaki kitapları alıyor. Sonra ortalıktaki kitapları toplarken mırıldanmaya devam ediyor. Hafifçe öksürüyorum gülerek. Kitaplarımı kaldırmasıyla ilgili konuşmalarımızı hatırlayınca birden dönüp sitemle yüzüme bakıyor ve elindeki sözlüğü tekrar yere bırakıp teslim olmuş gibi ellerini kaldırıyor. "Kahvaltı hazır, gel de çıkmadan bir şeyler ye." Anne her zaman annedir. Onaylarcasına başımı sallıyorum. O gittikten sonra da duşa girmeye karar veriyorum.
Kahvaltı için odaya girdiğimde annemin arkadaşı Evelyn ve küçük kızı Anna'nın masada hazır olduğunu farkediyorum. Ufaklık koşarak bana doğru geliyor. "Merhaba bebeğim. Nasılsın bugün? Merhaba Evelyn." Annesi gülümseyerek başını sallıyor olduğu yerden daha sonra da annemle birlikte hakkında konuştukları şeye geri dönüyor. Anna da hoplayarak kucağıma çıkıp gürültülü öpücükler konduruyor yanağıma. "İyiyim. Çok güzel kokuyosun. Benim için mi kokulandın?"" Elbette senin için. "Küçük parmaklarıyla kurdelelerle toplanmış buklelerine dokunuyor. "Bak bende anneme senin için saçımı toplattım. Evlenebilmemiz için daha bu kadar büyümem gerektiğini söyledi." Küçük avuçlarını açıp yüzüme uzatıyor. "Sence çok mu az mı?" "Seni bekleyeceğim kadar sadece." Halinden memnun bir şekilde bilmiş bir gülümsemeyle yanımda yürüyor. Kahvaltı masasında da kucağıma kurulup eliyle ağzıma ekmek parçaları tıkarken bir yandan da sorular soruyor. "Hiç kedi maması yedin mi?" Ağzım dolu olduğu için sadece hayır anlamında başımı sallamakla yetiniyorum. Oysa zaten bir cevap beklemiyor gibi. "Biz evlenince de seni ben beslerim di mi? Bence öyle. Annem babamı hiç böyle doyurmuyo. Babam o yüzden mi zayıftır sence? Bundan da yer misin? Bak bu da var. Kedilerin dokuz canı bitince ölüyolar mı? Bilgisayarımdaki süper kedi gibi dokuzu bitince yeniden başlatabiliyoruz ama di mi? Gelinliğimin kelebekli kanatları olabilir mi?" Diğerleri de dedikoduyu kesip bizim monoloğumuza gülüyorlardı. Gözüm saate ilişene kadar Anna'nın sorularına mimiklerimle tepki vermeye devam ediyorum. Ağzım boşsa, ya da gerçek bir cevap bekliyorsa onun anlayabileceği biçimde açıklamaya çalışıyorum. Kendimi kaptırıp bilimsel terimlere giriştiğimde sıkılmış gibi yeni bir parça ekmeği tıkıyor ağzıma zaten. En sonunda zar zor yutup ona dönüyorum. "Benim çıkmam gerek tatlım. Neden sorularını anneme sormuyorsun?" Kızıp küçük parmaklarıyla yeni bir parçayı tıkıştırıyor ağzıma. "Nereye?" Annesi benim konuşamayacağımı farketmiş olacak ki kızına sabırlı bir ses tonuyla açıklama yapıyor. "Joel'in okula gitmesi gerekiyor Anna." Ellerini beline koyup kucağımda ona dönüyor. "Niye peki?" İnatla bakıyor suratlarımıza. "Çünkü evlenebilmemiz için okulumu bitirmem gerekiyor." Annem gülerek başını sallıyor, Anna da rahatlamış biçimde bana dönüyor. "Peki ben de gelebilir miyim?" "Hayır çünkü senin evde kalıp düğünü planlaman gerekiyor." Kayarak kucağımdan iniyor. Mutlu mutlu annesinin kucağına zıplıyor. "Sen merak etme ben çok güzel balonlar seçerim." Evelyn de bana dönüp 'başımıza sardığın için teşekkürler' dercesine bakıyor. Koşarak banyoya gidip dişlerimi fırçalıyorum. Çıkmadan tekrar yanlarına uğrayıp daha sonra koşarak otobüs durağına gidiyorum. İnsanların parayı çöpmüşcesine harcadıkları bu şehirde toplu taşıma araçlarını kullanan tek St.Jude öğrencisi olup olmadığımı merak ediyorum her seferinde. Param olmadığından değil hani. Ama diğerleri her arabanın doğaya verdiği zararı onlara anlatmaya kalksam bir şey hisseder mi acaba? Ayıları avlayan cani insanları bile daha kolay ikna edebilmiştik, düşününce. Bunlarınsa kişilikleri harcadıkları para değerinde.
St.Jude'a gelmeden önce kütüphanenin önünde iniyorum. Zamanından erken orada olmam gerektiğini düşünmesem burada saatlerimi harcayabilirim. Belki çıkışta uğrarım yine.. Yaz günü okulda az insan olması hoşuma gidiyor. Burası her zaman gereğinden fazla kalabalık olur normalde. "Merhaba Bay Fisher" Sarı saçlı çelimsiz adam yüzüme dönüp gözlüğünün arkasından bana bakıyor. "Sana da merhaba Joel. Yine burada olmana şaşırmamalıyım sanırım. Mezun olana kadar her sene buraya gelmeye devam edeceksin herhalde." "Eh, kurtuluyorsunuz artık." Gülerek başını sallıyor. "Geç hadi, otur yerine." Oysa onu ilk gördüğüm günden beri gülümsemek gibi basit bir kas hareketiyle bile dağılabileceğini düşünürüm. Yerime geçince etrafımdakileri inceliyorum. Fizik laboratuvarında karşılaştığım bir çocuk ve öğle yemeklerinde rastladığım bir kız. Ve boş bir sandalye.. Ya yine disiplin cezası yüzünden buraya zorunlu gelen birini beklemek zorunda kalacağız, ya da gelen kız sevgili problemleri yüzünden şişmiş bir suratla ve mırıltıyla ortaya attığı bir özürle yerine oturacak. Bari çok geç kalmasa.. “Sen Sydney Williams olmalısın.” Ses kafamı kaldırıp bakmama neden oluyor. İyi bari çok beklemedik diye düşünürken bir yandan da umduğumdan çok farklı bir görüntüyle karşılaşıyorum. Ufak tefek bir kız var karşımda. Kendine güvensiz ya da çok heyecanlı insanlar gibi tavırlarla dikiliyor öylece. Şirin, bu civardaki pek çok kızın olmaya ya da göstermeye çalıştığı seksiliğin aksine şirin. Bana bakıyor bir iki saniyeliğine. Bakışlarını yutuyorum ve tekrar çeviriyorum gözlerimi başka bir yere. Bu kızda tanıdık bir şeyler var. Uyarılınca sarhoş adımlarla sendeleyerek hafifçe yanıma kuruluyor. Çiçeksi bir koku bırakıyor geçtiği yerde. En azından disiplin cezası almış bir tip değil, ve ağlamışa da benzemiyor. Hatta zeki biri gibi duruyor, tüm o çekingenliğine rağmen. Ama hayal kırıklığına uğratarak ilk izlenimimi, ki çok nadir yanılırım, sorulan ilk soruda bile takılıyor. Ah hadi ama bu çok basit. Fisher'ın duyamayacağı biçimde fısıldıyorum cevabı, neden yaptığımı bilmeyerek. "Termoiyonik pil." Bir an şaşırmış biçimde bana bakıyor sonra şaşkınlığını atıp cevabı söylüyor. Ses telleri olduğunu görmek güzel. Fisher diğer soruya geçince kısık bir mırıltıyla teşekkür ediyor. Omuz silkip gülümsüyorum sadece. Bunu neden yaptığımı bilmediğim düşünülürse daha mantıklı bir tepki veremezdim. Sorular sorulmaya devam ediyor. Önce adının Amanda Baggins olduğunu öğrendiğim gotik görünüşlü tuhaf kız eleniyor. "Işığı algılayabilen duyu hücresi hangisidir?" "Eee. Göz?" "Hayır. Doğru yanıt, fotoreseptör Bayan Baggins. " Eh bu çok beklenmedik bir şey değil. Daha sonra da Baggins'den daha fazla dayanabilmesine rağmen diğer çocuk eleniyor. "Plütonyumun süperkritik kütlesi ne kadardır Bay Midge?" "17,57 kilogram." "Yanlış. Doğru yanıt 15,98 kilogram olacaktı." Bu da beklediğim bir durum. Ama ilk soruda takılmasından sonra diğer kızın kesinlikle son soruya gelemeyeceğini düşünmüştüm. Oysa ilk anda gereksiz bir heyecana kapılmış olacak ki oturduğu yerde biraz dönüp dimdik durarak sorulara odaklanıp kendisine sorulan her soruya cevap vererek beni şaşırtmayı başarıyor.. Sonunda Fisher'ın peşinden ilerlerken de önümden yürüyüp geriye dönmemeye kararlıymışcasına ilerlemeye koyuluyor. Ona baktığımı farkettiği anlarda da tuhaf tepkiler vererek kendisini rahatsız ettiğimi düşündürüyor. Fisher ikimizi de dosyalarla dolu bir odaya götürüp elimize birer program tutuşturuyor. Çalışma günlerine ve saatlerine odaklanıyorum bir süreliğine. Sonra tebrik edip koridordan köşeyi dönerek kayboluyor. Kafamı kağıttan kaldırdığımda kızın bakışlarıyla karşılaşıyorum. Biriyle yalnızken konuşmak normalde bana zor gelir, konuşacak konu bulamama sıkıntım vardır bir de tabii. O gözlerini kaçırınca kendimi bir şeyler söylemek zorunda hissediyorum. Sesimi kontrol etmeye çalışıyorum önce. "Sydney'di değil mi?" Hafif şaşkınlıkla tekrar bakışlarını kaldırıp başını sallıyor. Onunla konuşabilmek daha kolay olacak belki ama yine de tanımadığım biriyle konuşmak rahatsız edici. Kendime gelmeliyim. Sonuçta aynı takımda yarışacağımız düşünülürse illa ki konuşmak zorunda kalırız.. Üstelik boş biri de değil. Konu bilimsel şeylere kaydığında bön bön bakmayacağını bilmek de bir şeydir. "Imm.. Ben.. Tebrik ederim."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sydney Williams
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Sydney Williams


Mesaj Sayısı : 86
Kayıt tarihi : 15/08/10
Lakap : Sid.

Şöhret
Puan: 3

Zekice Bir Yaklaşım Empty
MesajKonu: Geri: Zekice Bir Yaklaşım   Zekice Bir Yaklaşım Icon_minitimePtsi Ağus. 30, 2010 2:02 am

Pekala diğer ikisinin salak olduğunu anladık ama bu küçük çaplı elemeden elim boş dönecek değilim. Yani eski okulumda tek problemim dikkat dağınıklığıydı, onu da aşabilsem okulu genel kültür yarışmasında birinci bile yapabilirdim. Şimdi bunları düşünme zamanı değil, göz cevabıyla gözlerimi devirdim. Gerçekten isteyerek gelmedikleri gibi en basit cevapları bile veremiyorlar, hadi ama! Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes aldım sırtımı dikleştirip. Bunu yapabileceğime inanıyordum, yapabilirdim. Ayrıca eğer geçersem ve yanımdaki çocukla beraber ortak yaptığım bir şeyler olacak. İç sesimin benimle konuştuğunu hissettim. ‘Sydney konsantre ol, gevrek gevrek sırıtmayı kes! Kes dedim! Güzel. Sıra sende, dikkatli ol.’
“Işık birimi lümeni simgeleyen harfler nelerdir?”
”LM.”
“Işık yansıtma aracı nedir?”
“Reflektör.”
“Işık atomunun saniyede hızı nedir?”
“Üç yüz bin… km?”
“Doğru.”
Her sorunun ardından rahatlamaya dair bir gülümseme yerleşti yüzüme. Evet sorularımın hepsi ışık bilimi ile ilgiliydi ve ben daha çok biyoteknoloji ve biyokimya üzerine gitmiştim ama bu fizikten de yoksun olduğum anlamına gelmiyordu. Adını bilmediğim çocuğun her soruyu istisnasız, mükemmel bir rahatlıkla cevap vermesi… İnanılmazdı. Nerd denilen inek takımının sivilceli, kocaman gözlüklü garip çocuklar olduğu görüşüne ben de katılıyorum ama bu çok, o çok farklıydı. Neden kafasını insanların gereksiz dediği fikirlerle dolduruyordu acaba? Yani ortalamanın üstünde bir dış görünüşe sahipti, diğer Manhattan zibidileri gibi kendini alkole ve kızlara verebilir, ertesi gün hakkında hiç tasalanmadan yarım akıllı bir adem oğlu olabilirdi ama bunun yerine o ansiklopedi okuyor olmalıydı. Daha önce kimseden bu kadar etkilenmedim, Thomas Edison hariç. Ve Albert Einstein. Ama ikisi de onun yanında pörsümüş sebzeler gibi kalıyor.
“Bayan Williams cevabı bekliy- -“
“Işınım ve atom kuramıyla ün yapmış olan ünlü Danimarkalı fizikçinin adı Niels Bohr’dur.”
Tanrım, soruyu dinlediğimi fark etmemiştim bile. Bazen konsantrasyonun önemini unutuveriyorum.
Bittiğinde tam da tahmin ettiğim gibi diğer ikili elenmişti. Lütfen ama plütonyumun süper kritik kütlesini bilmeyen insanların saman yolundaki gezegen sayısını bilmesinin imkânı yoktu. Zafer nidasıyla gülümsedim. Ayağa kalkıp George’u takip etmeye başladım. Çocuğa bakacak cesaretim pek yoktu çünkü bu heyecanın üzerine ona bakarsam atardamarlardaki kanın aşırı hızlı pompalanması sonucu bir travma yaşayabilirdim. Hayır dalga geçiyorum böyle bir şey yok ama bakmaya cesaretim yetmiyor. Elimize çizelgeleri tutuşturduğunda heyecandan zıplayasım geldi ama bunun yerine sadece sallandım. Gözlerim istemsizce takım arkadaşıma kaydı. Ona takım arkadaşım demek felaket güzel bir his. Onun gözleri de benimkileri bulduğunda kan beynime çıktı resmen. Kalp atışlarımı duyabiliyor mu merak ettim, koridorda yankılanacak gibi atıyor çünkü. Neyse ki bu bilimsel açıdan mantıksız bir şey, şanslıyım. "Sydney'di değil mi?” Aha adımı söyledi! Adımı biliyor. İç sesim yine bana sataştı. “Tabi bilecek gerizekalı, ona aptal aptal bakarken George otuz kere tekrarladı adını. “Evet, ehem seninkini bilmiyorum.” Önüme düşen bir tutam saçı kulak arkasına atarken resmen gözlerimle çizelgeyi delecektim. Adını söylediğinde gülümsedim. Joel… Aptal kızlar gibi kıkırdamamak adına bir şey söylemeliyim! “Şey Joel, kutlamak için… Kahve içmek ister misin? Biliyorsun kahve kolesterol düşürüyor, pankreas kanserini azaltıyor, astım tehlikesini azaltıyor falan. İyi bir şey yani.” Aptalım ben yemin ederim. Bir gayret çekingenlikten soyutlanmış bir şey söylemem gerek. Ya şimdi ya hiç. “Saçmalıyorum değil mi? Özür dilerim, yeni insanlar yanında kendimi çok gergin hissediyorum ve gergin olunca bildiğim her şeyi saymaya başlıyorum.” Mahçup bir gülümseme sergiledim. Baya da içtendi hani. Muhtemelen o gülümserse kalp spazmı geçiririm.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Zekice Bir Yaklaşım
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gossip Girl R-Play :: St. Jude / Constance Billard :: Giriş :: Kütüphane-
Buraya geçin: