Tyson & Rochelli
Bu sefer çağıran kişi ben değilim, buna seviniyorum evet. Artık Tyson'ı baymaya başladığımı düşünmeye başlamıştım ama beni o çağırdığına göre durum böyle değil. Bu beni mutlu ediyor çünkü onu kaybetmek yapacağım en büyük hata olur. Buluşacağımız kafe olan Sweet Revenge'de otururken üzerimde her zamanki salaş tarzda kıyafetlerim var. Askılı kot bir elbise ve mavi beyaz çizgili babetlerim. Normalde topuklu ayakkabı giyerim -özellikle onun yanında-, ama bir anlaşma yaptık. Eğer bir buluşmamızda topuklu giyersem sonrakinde babaet, babet giymişsem topuklu giyiyorum. Ona kalsa hiç topuklu giymezdim ama benim de karım olmalı değil mi? Anlaşmanın sebebiyse şu, ben onun yanında kısa hissetmek istemiyorum, oysa daha uzun hissetmek istiyor. Neyse sonuçta bu meseleyi hallettik, burada gereksiz yere konuşmama gerek yok. Viski bu sefer yanımda değil, annemlere bıraktım. Olivia kedilere bayılır ve Viski'yi bırakacağımı duyunca çok sevindi. Kendimi bir çocuğum varmış gibi hissediyorum aslında, garip bir duygu. Birilerine bırakmak falan, neyse. Küçük çocuklardan hoşlanmam zaten. Tyson henüz gelmedi ama saatime bakınca erken gelmiş olduğumu görüyorum. Sabah kahvaltı etmedim ve karnım biraz aç. Herkesin çok bahsettipi o ahududulu kapkeklerden sipariş veriyorum.
Kek gerçekten harikaydı, ki yemek yemekten pek hazzetmem. Beklediğim süre içerisinde Tyson hala gelmedi, kesin bir sorun çıktı. Endişelenmeden edemiyorum ama bu çok saçma. Eminim bir şey olmamıştır, bunlar sadece benim saçma kuruntularım. Hafif bir iç çekişle kitabım ve cüzdanımın sığacağı büyüklükte olan çantamdan her zaman yanımda taşıdığım kitabımı çıkarıyorum ve kaldığım yerden devam ediyorum.
Karşıma birinin oturduğunu hissettiğimde yıldırı hızıyla başımı kaldırıyorum ve gelen kişinin Tyson olduğunu görüyorum. Bir eli yüzünde, avucundaki peçeteyi yanağına bastırıyor. Dikkatli bakınca peçetenin hafif kırmızılaştığını görebiliyorsunuz. Hızla ayağa fırlayarak yanına oturuyorum ve bir elimi yüzüne koyarak endişeli bir halde "Qu'est-ce qui vous est arrivé?" diyorum. Onun Fransızca bilip bilmemesinin bir önemi yok, etraftakilerin bana bön bön bakmasının da bir önemi yok.