Gossip Girl R-Play
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


You know, you love me. XOXO Gossip Girl
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İkiKiloBiber

Aşağa gitmek 
5 posters
YazarMesaj
Clementine Crandal
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 663
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Cle.

Şöhret
Puan: 70

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimeÇarş. Ağus. 18, 2010 3:00 am

İkiKiloBiber 327


İkiKiloBiber Anna_arendshorst_047 x İkiKiloBiber R_h_whiteley_003_0 x İkiKiloBiber A.L._McCord_7 x İkiKiloBiber 57512022 x İkiKiloBiber Ben_barnes_016
* Clem ile Alex yemek daveti verir. Sabah alışveriş yapar öğlenden sonra yemeğe başlar. Çağırdıkları gelir cart curt.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 663
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Cle.

Şöhret
Puan: 70

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: Geri: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimeÇarş. Ağus. 18, 2010 3:00 am

Güneş ışığını sevmiyorum. Bu kesin olarak söyleyebileceğim bir şey. Özellikle aralık perdelerden gözüme girip beni uyandırdığında iyice nefret ediyorum. Zaten Thomas'ın yokluğunda kabuslarla bölünen uykumu bir de güneşin bölmesi pek yardımcı değil. Lex'e söylemeli ve onun yattığı tarafa geçmeliyim. Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne bakıyorum, hala uyuyor. Sonra da duvardaki saate bakıyorum, on biri beş geçiyor. On bir mi? Ah bu saatte kalkmış olmamalıydım. Ama madem uyandım geri yatıp serseme dönmeme gerek yok. Üstelik bugünü Lex'le birlikte geçirme planımız varken. Uyuşturucu yok, bilmediğimiz herhangi bir barda bilmediğimiz insanlarla zaman öldürmek yok. Seks ya da alkol de yok. Tamam, alkol belki biraz. Gerçi evde son içtiğimizde başımıza gelenler düşünülürse gayet ölçülü olmamız gerekecek bundan sonra. Lex'in düzelebilmesi günler almıştı. Ve cidden oldukça tuhaftı. Toparlandıktan sonra yine eski edi büdü ilişkimize kavuşmuştuk gerçi. Birlikte uyuyor ve pek çok şeyi birlikte yapıyorduk artık. Bu güzeldi. Hayatımın yoluna girdiğini hissettiren şeydi. Tam anlamıyla evli çiftlere döndüğümüz bile söylenebilir.
Yerimden kalkıp Lex'i uyandırmamaya çalışarak odadan çıkıyorum. Odanın kapısını açıp dışarı çıkmamla birlikte minik patilerin seslerinin etrafıma dolması bir oluyor. "Günaydııınn!" Çıplak ayaklarımın arasında dolaşan kedilerin tüyleri ayaklarıma sürtünüyor ve sadece bu bile aralarına oturup oyalanmaya karar vermem için yeterli bir duygu. Çok bir şey yaptığım söylenemez ama kedi dünyanın en güzel şeyi ve onlar için ayıracak vaktim hep var. Onlarla oynamaya doyamayışım da bu yüzden kabul edilebilir. Sadece biraz özlem giderebiliyorum ne kadar uğraşsam da. Sonunda ayağa kalkıp mutfağa gidebiliyorum. Alışkanlıkla önce mama kaplarına bakıyorum artık. Çoğu zaman karşılaştığımız manzaralardan biri de bu işte. Yemeklerini paylaşmak konusunda sahiplik kavramı olmayan iki güzel kediye sahibiz ve birbirlerinin kaplarını mahvediyorlar. Suyla karışıp çamura dönerek tabağa yapışan mamaları temizlemeye başlamadan önce ısıtıcıya kahve için su koyuyorum. Daha sonra kapların içindeki mamayı kaşık yardımıyla çöpe döküyorum. Bütün bunlar olurken adımlarımı yönlendirircesine sürtünerek bacaklarımın arasından geçen kediler rehberliğinde temizlediğim kaplara yenilerini dolduruyorum. Kaplar dolana kadar rehberliğime inatla devam eden kediler doldurmamla birlikte kabı koyacağım yere benden önce koşturuyorlar. "Çok mu acıkmış benim güzel çocuklarım.. Alın bakalıım." Kapları yere bırakmamla birlikte yemeğe saldırıyorlar. Ben de ellerimi yıkamak için banyoya yöneliyorum. Ayılamamış bir ifadeyle aynadan bana bakan yüzüme bolca su çarptıktan sonra Lex'i uyandırmadan önce kahvaltı hazırlasam mı düşüncesi geçiyor zihnimden. Kahveyle de yetinebilir bence, bence yani. Ben olsam fazlasını istemezdim. Odaya geri dönüp önce beni uyandırdığı için sövdüğüm güneş ışığının içeri girebilmesi için perdeleri sonuna kadar açıyorum. "Lex! Uyan." Hayvanlar sahiplerine benzer derler. Bence sahiplerin hayvanlara benzemesi daha olası. Alex'in sesime tepki olarak verdiği mırıltı da bunu destekler yönde. Yatağa geri oturup bir yandan da uyansın diye dürtmeye devam ediyorum. "Leex! Kalk yoksa yatakta zıplarım!" Tepkisi sadece yattığı yerde iyice yerleşmek oluyor. Bende buna cevap olarak karnına oturuyorum. Lex için çok ağır olmayabilirim ama üstündeki kütleyi kesinlikle hissetmiştir. "Clem?" "Sonunda! Efendim?" "Git bak bakalım mutfakta mıyım?" "Hı hı. Evet ordasın. Kahve koyayım mı?" Uyanmamaya karşı inadına devam ederken bir gözünü açıp tuhafsın dercesine suratıma bakıyor. "Kalk yoksa gıdıklarım." Umursamayarak yana dönmesiyle birlikte devrilmeme neden oluyor. Lex'in beni hissetmesini sağlayacak kadar ağır olabilirim ama asla ona karşı koyabilecek kadar değilim. Bunu dediğini yaptırmak istediğinde beni kucaklayarak götürmesinden bile anlayabilirsiniz. Yanına devriliyorum ve o beni sabitlemek istercesine kolunu üstüme atıyor. "Sen de uyu." Gülerek kalkıp yatakta zıplamaya başlıyorum. Bu kesinlikle rahat hissettirmiyordur. "Düşeceksin Clem in yataktan ! " "Hadi kalk kalk hadi kaalk hadi hadi hadi uyandın artık biliyorum kalk kalk hadi Lex kalk hadii!" Ben bağrınıp zıplarken aralık kapıdan içeri giren Votka benim büyük bir destekçimmiş gibi Lex'in üstüne atlayıp yüzünü yalamaya başlıyor. Onun gelişiyle birlikte kendimi yatağa atıyorum, sevgili pisiciğimi korkutmak istemem. Ayrıca ne çabuk yemek yedi öyle. Tanrım kediler benim on katım hızla ve benim on katım kadar yemek yiyorlar. Votka tarafından yalanan Alex bir yandan da benim dürtmelerime dayanamayıp yattığı yerde doğruluyor. Onunla Votka arasında çözemediğim bir bağ var zaten. Kapıdan giren Vişne'yle aramda olduğu gibi. Hafifçe yatağa vurarak onu da yanıma çağırıyorum. Bu bizim aile saadeti tablomuz. Bir süre kedilerle oynaştıktan sonra mutfağa geçiyoruz. İki fincana kahve doldurduktan sonra birini Lex'e uzatıyorum. Hazırlamadığım kahvaltıya karşılık olarak tost yapmaya koyuluyor. O uğraşırken bende zıplayarak tezgaha oturuyorum. "Alışverişe çıkalım. Yiyecek bir şey kalmadı evde. Yemek falan yaparız. Birilerini çağırırız hatta." Yeni evimizde ilk defa misafir ağırlayacak olma fikri oldukça hoşuma gidiyor. Hiçbir zaman evcilik gibi oyunlarla işim olmadı, ya da peri masalı gibi düğünler hayaliyle yaşamadım. Ama Lex'le birlikte yaşamaya başladıktan sonra bu evi ve onu fazlasıyla benimsediğimi görmek oldukça ilginç bir duyguydu. Ve güzel. Fazlasıyla güzel.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
St.Jude IV.Sınıf, Admin
St.Jude IV.Sınıf, Admin
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 1215
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Lex

Şöhret
Puan: 113

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: Geri: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimePerş. Ağus. 19, 2010 1:36 pm

Zaman yok. Mekan yok. Sadece kişiler var. Bu bile mantık hatasını beynime soğuk su gibi çarpıyor. Ama her şey o kadar gerçek gibi ki. Burada olduğuma karşın öyle derinlemesine bir inanç duyuyorum ki hayatımı bu yokluğun içinde geçirdiğime eminim. Yıllarımı bu karanlık içinde geçirdiğime yani. Her ne kadar buraya nasıl geldiğimi bilmesem de ortadan başlamış bir hikayede gibiyim. Karanlık bile değil bu çevremi saran, sadece bir boşluk. Ama o kadar tanıdık geliyor ki boşluğun içinde olduğumu biliyorum. Ya da bu büyük boşluğun benim içimde olduğunu, her zaman. Odada tanıdık olduğunu bildiğim bir şey daha var, buna bu mantık hatası haricinde de tanık olmuştum. Hoş bir duygu değil içimi kaplayan. Hatta koyu yağmur bulutlarıyla gelen, insanın içine işleyen o soğuk rüzgar gibi, iç gıdıklayıcı ama huzursuz edici. Gölgeler yüzünde oynaşsa da yüzü o kadar belirgin ki. Tüm tezatlıklara rağmen karşımda vücut bulmuştu işte, yeniden. O gerçekten o muydu bilmiyorum, içimden bir ses bunların rüya olduğunu söylerken kendime bile inanamıyorum nedense. Gerçekten o mu yoksa içimdeki pişmanlık duygusunun yeni bir yanılsaması mı? Bende yarattığı en nihai duygu bu çünkü; pişmanlık. Ve öfke, ama burada hiç de körüklemesine değil öfkem, bilakis sesi kısılan azgın bir taraftar gibi. Sesimin benden koparıldığını hissettim, burada konuşma izni olan ben değildim sanki. “Bunu bana nasıl yaparsın?” diyene kadar dilim ağzımın içinde bir pelteden farksızdı. Gülmeye çalıştıysam da nafile bir çabaydı. “Sana ne yaptım ki? Biz beraber değiliz, unuttun mu? Bu durumda nasıl sana bir şey yapmış olabilirim?” Kelimelerim o kadar manasızdı ki. Suçuna itiraz eden ama suçlu olduğunu bilen küçük bir çocuk gibi mızmızlanıyordum sadece. İstifini bozmayan ifadesiyle bana bakmaya devam etti ecelim olacak melek yüzlü duygu selinin vücut bulmuş hali. Sessizlik ne kadar da zulmediciydi. “Saçmalama Alex. Tüm bunları beni bahane ederek yaptığını biliyorum.” Dedi pürüzsüz tonlamayla ve devam etti. “Bana ve kendine eziyet etmek için hayatında olmayı en istemediğin kişi olmayı seçtin. Ama kabul et, sadece özgürlük istiyordun. Diğerlerinin nasıl olduğunu, mutlu görünen tipik erkek güruhunun bunu nasıl başardığını. Hep kendine engel koydun, kişiliğinin bu kadar alçalmaya tolerans göstermeyeceğini savundun. Mutsuzluğunu bahane ederek o yolda mutluluğu bulmak istedin ama kabul et, sadece kurtulmayı sebep göstererek baştan itibaren olman gereken insan oldun. “ Ona gürlemek, bağırmak, haykırmak, yokluğu paramparça ederek bu şeyden kurtulmak istiyordum. Kendimi ölesiye tırmalasam belki uyanırdım ama titreyen bedenim ve ellerim bana imkân tanımıyordu. Sesim yine yargıca itaat eden mahkûmun aldığı emir üzerine sessizliğe bürünmesi gibi kesilivermişti. Kısık sesli bir hayır cevabını çöl ortasına düşmüş bahtsız bedevi gibi güçlükle söylerken gaddar silüet devam etti. “Şimdi kendine kurtuluş bellediğin lanetten bile kurtulamıyorsun. Bağımlısın, bu ruhunu lekeleyen koyu katrandan kopamazsın. Bana olan sevginden değil başına gelenler, iradesizliğinden, acınasılığından, dayanıksızlığından. Ve sen Alex Mclain, en popüler çocuk olarak gönüllere taht kurmuş, birçok hayran edinmiş olabilirsin ama hiçbir şeysin. Bunu bana nasıl yaparsın?” Cleo’nun son cümlesi yankı yapıyor hiçlikte. O gece elime verdiği gri maskesini avuçlarımda buldum. Yere attığımda cebimdeydi, onu fırlattığımda da yüzümde. Yüzümdeki maskeyi çıkardığımda başka bir tane olduğunu hissettim, ne kadar çabalarsam çabalayayım bir sürü maskem vardı. Ya da ben maskeydim tamamıyla bilmiyorum. Üzerinde durduğum yer hareket ediyor, olduğumu sandığım yere inanırken kendime inanamıyorum. Yer sarsılıyor ve ben hala buradayım. Burada mıyım?

"Lex! Uyan." Clem’in sesini duyduğunda Alex kendisini saran kâbusundan yeni çekilip çıkarılmıştı. Üzerinde uzun süre uyumanın getirdiği bitkinlik ile anlaşılmaz bir şeyler geveledi. "Leex! Kalk yoksa yatakta zıplarım!” Etkileneceğini düşünmediğinden yeniden rahat bırakması ile ilgili bir şeyler geveleyip elini yastığın serin tarafına sıkıştırdı. Her ne kadar kabus da olsa orada Cleo vardı ve eziyet etse bile onunla olmak istiyordu. Karnındaki baskı çok güçlüydü ve aniden bastırmıştı. Başta bunun kabusun bir parçası olduğunu düşündüyse de bunun Clem olduğunu anlaması uzun sürmemişti. “Clem?” Uyku sersemi soru niteliği taşıyan bu sözcük bir nevi sitem de içeriyordu. Ardından "Git bak bakalım mutfakta mıyım?"dedi bunun onu kaldırmaya yetmeyeceğini bildiği halde. Belki bir delilik giderdi de en azından iki dakika daha uyuyabilirdi. Clem’in cevabından sonra artık ona karşı sergilediğim doğal ifadelerden birini, yine o şapşal şaşkınlık ifademi kullanıyorum. Clem’in tehdidini kapalı gözler ve yarım bir gülümsemeyle karşıladıktan sonra yana dönerek üzerinden düşmesini sağladı. Kollarıyla kızı kerpeten gibi sararken yine kedi mırıltısına benzer bir şekilde "Sen de uyu."dedi. Aslında tek istediği kendi uykusuna dönebilmek olduğundan Clem çabucak kurtulup yatakta zıplamaya başladı. Clem Alex gözünde kesinlikle deliydi ve deliliğin uç noktalarında takıldığı zamanlar kendine zarar verebiliyordu. "Düşeceksin Clem in yataktan!" Ona koyar mı bu uyarı, hayır. Keçi. O bağırıp zıplarken şişko, simsiyah tüylü bir ‘şey’ içeri girdi ve yatağa zıpladı. Alex bu motor gibi mırıldanmayı ve baygın şekil gözleri tanıyordu, aptal obez kedi votka Alex’in düz karnından yukarı tırmandı ve burnunu yalamaya başladı o pütürlü diliyle. “Sabah sabah hepiniz bana eziyet etmeyi görev edinmişsiniz.” Dedi daha çok kediye hitaben. Votka istifini bozmuyordu. Vişne nerelerdeydi bilmiyordu ama Votka kesinlikle rüşvet almıştı. Kediyi yattığı yerden koltuk altlarından tutup havaya kaldırdı. “Ne verdi sana? Rüşvet olarak ne verdi, söyle!” Yüzüne biraz daha yaklaştırdığında Votka yine otomatikman burnunu yalamaya başladı. Alex kokuyu aldığında kaşlarını çattı. “Kedi maması! Anlamalıydım. Çifte ajan seni.” Kediyle geçen zamanların sonunda artık zaten çok geride kalmış rüyasını boş verip kalktı. Buna rağmen buzdolabına dayanıp Clem’den kahveyi aldığında uyukluyordu hafiften. Kocaman esnedi ve kahve fincanından tüten kokuyu içine çekti. “Tamam, ben benim kızları çağırayım.” Clem’in yadırgayan bakışını yakaladığında sırıttı. “O benim kızlar değil, hayır. Onları eve çağırmam. Yani çağırırım da sen varken çağırmam.” Geceleri arada kaçıp çakma otel odalarında geçirdiği zamanları ima eden şeytani bir gülümseme yaban otlar gibi yüzünde bitiverdi. Clem’in laf sokacağını belli eden mimiklerini yakaladığında fincanı tezgâha bırakıp yaklaştı ve savunmacı bir edayla ellerini kaldırıp lafını kesti. “Dur izin ver net olarak açıklayayım. Evie’yi biliyorsun, kuzenim. Arneilla Bianchett’ı biliyor musun? 70 ve 80leri seven, aykırı davranan felsefik bir hatun. Şehirde yeni, o yüzden biraz takıldık gayet sempatik biri. Bir dee… hımm, Eglantina Sychelja olabilir. Ona da resim derslerinde yardım ediyorum. İyi kızdır. Gelsinler mi? Gelsinler mi n’olur?” Küçük bir çocuk gibi zıplayıp güldükten sonra sesine biraz daha ciddiyet katarak ekledi. “Hiçbirine asılmayacağım, izci sözü. “ İzci işareti yapıp sırıttı. Neden kimseye asılmama sözü verdiğini anlamıyordu Clem’e. Belki de cidden evli çiftlere döndük, diye düşündü aniden. Tabi cinsel hayatlarını geride bırakmış moruk eşler olabilirlerdi anca. Clem laf sokabilir ya da kızabilirdi ama Alex’in bu sempatik yavru köpek hallerine pek hayır diyemiyordu.
Sonunda kendilerini alışveriş arabasıyla cilalı zeminde yürürken bulduklarında plan hazırdı. Alex dili dışarıda parmakları telefon tuşları üzerinde geziyordu. Üç kızı da çağırmak için girdiği çaba sonucu mesajın ulaştığına dair beliren yazıya bakıp sırıttı ve dilini ağzına geri çekti. Gözleri süpermarket stantlarında giderken yanından geçtikleri şeyleri bolca arabaya atıyordu.“Bu kadar şey almamıza gerek var mı?” Alex Clem’in yüzüne bakmadan “Var, var, var.” Dedi aceleyle. Biberleri seçip torbaya doldurduktan sonra onları yiyecek tepeciğinin tepesine atıp yüklendi arabaya. Birkaç şeyin gereksiz olduğunu kendisi de biliyordu ama süpermarketten alışveriş yaparken kendini kaptırma gibi bir huyu vardı. “İtalya’ya çalışma kampına gittiğim zamanı hatırlıyor musun? Nezih bir yerde 3 ay aşçılıkla ilgili bir şeyler öğrenmiştim. Neyse orada Romé diye bir amigo vardı, çok kıyaktır şimdi Manhattan’a geldi bir ara tanıştırırım seni. Bir pizza tarifi verdi, nefis. Bu akşam onu mu yapsak? Bir de tiramisu yapalım, çok güzel olur. Sonra bir de salata yapalım, içk açalım, ondan önce de tavuk çorbası yaparız…” Clem’in sesini duyduğunda sesinin ve heyecanın aşırı yükseldiğini fark etti. “Lex sakin ol kendini çok kaptırıyorsun!” Gerçekten de öyleydi, şeytani planlar yapan kötü adam edasıyla galeyana gelivermişti. “Ah şey, pardon. Hadi şunları da alalım.” Kolunu ürünlerin sırasıyla dizili olduğu rafın arkasına atıp hepsini arabaya ittirdi.


Ya daha yemek faslını yazardım ama rp biraz hayvan gibi uzun oldu. Size benden sonra yazın demiştim Gökçe, Nil, Elis ama Elif'in tekrar yazmasını bekleseniz? Yemek yapma faslını yazarsam ansiklopedik bilgiye dönecek artık *-*
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 663
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Cle.

Şöhret
Puan: 70

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: Geri: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimeCuma Ağus. 20, 2010 12:29 am

Sahiplenilmek güzel şey. Ancak Lex'in birilerini sahiplendiğini görmek sinir bozucu. 'Benim kızlar' nedir yani. Bir tane çarpsam suratına feci rahatlarım o ne ya öyle. En azından yüz ifadelerimden bile beni tanıyabiliyor hala. Kızlarmış.. Paralarsam hepsini görür o zaman. Terbiyesiz serseri. Ne ayıp. Beni sakinleştirmeye çalışmasıysa fazla şirin olsa da yine de sözleri şüphelerim üstünde yapmaları gereken etkiyi yaratamıyorlar. Çünkü gittikçe çuvallıyor. Ben yokken eve bir sürtük getirmesi düşüncesi bile iğrenç üstelik. Tanrım aynı yatakta uyuyoruz bir de. "Hele bi' öyle bir şey yap.. Ciddi söylüyorum içini boşaltır kedilere yediririm Lex." Teslim olmuş biçimde karşıma dikilip teker teker özenle seçtiği kelimelerle konuşmaya başlıyor. Çocukken birbirimizi esir aldığımızı hatırlıyorum. O zamanlar daha kolaydı her şey. Açıklamasında itiraz edebileceğim bir yer olup olmadığına odaklanmaya çalışıyorum. Evie. Ah evet onu severim. Şu Bianchett ve Sychelja ise tamamen bana yabancı. En azından tanıdığım biri olacak. Üstelik şu durumda hayır demem mümkün değil. Zaaflarımı kullanmakta oldukça ustalaştı bu kadar yıl sonunda. Karşımda tüm şirinliğini takınarak zıplarken 'Hayır Lex zıplamayı bırak ve odana dön' gibi bir tepki zaten veremem. Üstelik onun bu çocuksu şirinlikleri hala benim. Genelde kızlara karşı şirin değil etkileyici bir tavır takınır. Bu kadar şeyin üstüne hayır demem mümkün değil. Bir de ilkokuldan kalma izci sözü verince.. Onaylayarak başımı sallıyorum. "Peki kabul. Maymun seni." O ana kadar dikkat edemediğim bir şeyi farkediyorum. Lex gerçekten birilerine asılmama sözü verdi az önce. Benim için. Sonumuz nereye gidiyor cidden merak ediyorum. Yarım yamalak bir kahvaltıdan sonra Lex tarafından ışık hızıyla alışverişe götürülüyorum. Bu heyecanı için bile kabul ettiğime değdi fazlasıyla. Ama sadece üç kişi çağırdığımız ve Lex'in asılmama sözüne rağmen obezlere ilgisi olmadığı düşünülürse bir orduya yetecek malzemeyi niye aldığını da merak etmeden edemiyorum.“Bu kadar şey almamıza gerek var mı?” Başından savarcasına onaylayıp biberlere odaklanıyor. Yalancı. Sadece gördüğü her şeyi alma takıntısı var işte, itiraf edebilse ya. Hızlı hızlı kurduğu cümlelerin arasında bir yandan da raflara dikkat bile etmeden eline geçenleri dolduruyordu arabaya. Böyle gidecekse marketi kapattırsaydık daha iyiydi. “Lex sakin ol kendini çok kaptırıyorsun!” Sesini alçaltıp koca bir rafı daha arabaya dolduruyor. "Burada bekle. Senin hızına yetişemez bu. Bir tane daha alıp geliyorum." İkinci arabayla yanına geri döndüğümde öncekini bana verip boş olanı doldurmayı hedeflediğini anlayabiliyorum. Zaten çok dolu olan alışveriş arabasının birazını ötekine boşaltıp öyle bırakıyor önüme. "O kadar doluyken rahat ilerleyemezdin. Kuş kadarsın zaten. Aklıma gelmişken seni de iyi beslemeliyim bundan sonra." Hı hı dercesine kafamı sallıyorum biran önce bitirse isteğiyle. Bu alışverişten önce ben tükeneceğim sanırım. Uzun kuyruklara girene kadar ikinci arabayı da doldurmayı başarıyor. Kasa kuyruğunda, arabaya torbaları yerleştirirken ve hatta yol boyunca konuşmaya devam ediyor şunu yaparız bunu yaparız şöyle olur şeklinde. Onun sevinci beni bu aralar hayata bağlayan tek şey zaten.
Eve girdiğimiz anda kediler tarafından karşılanıyoruz. Lex ben çıkardığımız torbaları yerleştirirken tekrar aşağıya inip kalanları getirmeye başlıyor. Bitirdiğini belirten sesini ve kapının kapanışını duyuyorum. Arkama dönüp sorarcasına bir torbanın içinden çıkan kutu oyunlarını gösteriyorum. "Eğlenceli olur diye düşündüm. Hadi hadi daha yemekler var yapılacak." Alırken bakmadı bile ne aldığına bunları ne ara aldı merak ediyorum.. Her şeyi yerli yerine yerleştirdikten sonra gidip üstümü değişiyorum. Hem rahat olabileceğim hem de gelenlerin karşısına çıkabileceğim bir şeyler giydikten sonra mutfağa dönüyorum. Lex usta aşçı edasıyla karşıma dikiliyor. "Ben pizzayı yaparken sende tatlıyı yap ki soğusun. Yok yok salatayı yap. Çorbayı sona bırakırız. Ama tavukların haşlanması lazım. Neyse pizza bitsin yaparım. Tatlıyı yap. Evet evet tatlı olur." Suyu ısıtıp tavukları tencerenin içine atıyorum. "Bak oldu." Gülerek pizza için malzemeler çıkarmaya başlıyor. Bir yandan da bana tatlı yap emri verdiğini unutmuş gibi başka şeyler söylemeye devam ediyor. Onu kes, bunu yıkar mısın, şunları rendelesene falan falan. Onun bu telaşlı hali hoşuma gidiyor. Hep bu halde olacaksa her gün eve misafir çağırabilirim. Hamurla uğraşırken bir şeyler yapmak yerine dolaba dayanıp onu izliyorum. Bir insanı bir parça hamurun bu kadar mutlu edebileceğini hiç düşünmemiştim önceden. Bu halde olmasını sağlayan hamur dışındaki şeyleri de merak etmeden duramıyorum. Gelen kızlardan biriyle ilgisi olabilir mi? Bu düşünce beni rahatsız ediyor. Çünkü düşüncelerimde haklıysam Lex bana yalan söylemiş olacak. Ve ben ikinci kez kardeş gibi gördüğüm birini kıskandığım ihtimaline katlanabilecek biri değilim. Eğer Thomas'la olanlar.. Ne saçmalıyorum ben. O Lex. O benim. Her anlamda. Onun için bir başkasının olamayacağı her şeyim. Ama bu onunla yatarak Cleo ve Thomas'a ihanet edeceğim anlamına gelmiyor. Onları unutmadığımız gibi böyle bir şey de olmayacak. Üstelik onunla kelime anlamıyla zaten yatıyorum ve devamının gelmesiyle ilgili bir düşüncem de olmadı. Evet evet kendimi rahatlatmakta iyiyim. Su içiyorum hadi beni ayılt der gibi. Sonra gidip bir bardak da Lex'e içiriyorum. Hamura batmışken ve ona yardım etmeme izin vermiyorken onun için yapabileceğim en kolay şey bu. Daha sonra bana yapmamı söylediği tiramisu için gerekenleri çıkarıyorum mırıldanarak. "Un.. Şeker.. Yumurta.. Şeker çıkarmış mıydım ben? Evet. Süt.. Imm.. Şeker nerede? Çıkarmışım. " Ocağın başına geçip kremayı hazırlamaya başlıyorum. Lex de bir yandan doğru yaptığıma emin olabilmek için neyi nasıl yapmam gerektiğini söylüyor. Bitirdiği pizzayı fırına koyup yanıma geliyor. Ve ben onun geldiğini farketmediğim için tencereyi deviriyorum. "AA!!! Döküldüüüü! Üstelik elim yandı. " Lex elime bakarken kediler de ayağımın dibine dökülen sıvıya yaklaşmaya çalışıyorlar. "Bir şeyim yok. Hadi yeri silelim. Tatlıyı geciktirdim zaten. Yazık oldu. " Lex saçmalıyorsun der gibi bakıyor suratıma. "Önemli değil yaparız. Başka bir şey oldu mu?" Hayır dercesine başımı sallıyorum. Sonra da elimi yıkamaya gidiyorum banyoya. Ben dönene kadar Lex ortalığı toplamış bile. Bana ikna olmamış bir ifadeyle bakıyor içeri girince. "İyi misin?" Gülerek başımı sallıyorum tekrar. Ne kadar monolog yaptırdım bugün ona öyle. "Evet evet. Hadi devam edelim." Şüpheyle karışık alaylı bir ifadeyle bakıyor yüzüme. "Bence sen masayı falan kur. Ama tabağı çanağı kırmayacağına eminsen." "Hı hı evet diline düşmeyi başardım sonunda." Gülerek çıkardığı tabakları koyuyor kucağıma. Sonra omuzlarımdan tutup kapıya doğru çeviriyor ve itiyor hafifçe. "Tatlıyı ben yaparım." Karşı koyup ona haksız olduğunu göstermek isterim tabii ama bir kazaya daha maruz kalırsa misafirlerimizin önüne bir kutu dondurma koyup yalanın bakalım demek zorunda kalabiliriz. O yüzden bir gün vaktim olduğunda, hatta muhtemelen Lex uykusunun derinliklerindeyken tiramisu yapıp önüne sürmeye karar veriyorum. Baaak aslında ben yapabiliyorum sen bozuyorsun her şeyi diyerek. Tekrar mutfağa döndüğümde bakışlarını tatlısından çekip bana yöneltiyor. "Salatayı yapabilirsin. Bir yerini kesmeyeceğine söz ver önce." "Susmazsan salataya seni doğrarım Lex." İçten bir kahkahayla yanıtlıyor beni ve sustuğunu belli eden bir hareket yapıyor. Tatlıyı bitirene kadar salatayı hazırlıyorum. Yanıma gelip ellerimi avuçlarına alıyor. Evire çevire inceledikten sonra gülerek yüzüme bakıyor. "Aferin." Ellerimi çekip gülmeme engel olmaya çalışıyorum. "Çok komiksin." "Bilmediğim bir şey söyle." Şirin denebilecek bir kendine güvenle dolu ses tonu.. "Sen çorbanı bitir o zaman. Ben çizgi film izlemeye karar verdim." Salona geçip kendimi koltuğa atıyorum. Lex işini bitirip yanıma kurulana kadar saçma sapan kanalları dolaşıyorum. "Bitirdin mi?" "Evet, hazır her şey." Kapı çalana kadar kucağımızda kedilerle oturup çocuk kanallarının verdiği beyinde yanma etkisi yaratabilecek bir çizgi filme bakıyoruz. Kapı çalınca açmak için ayağa kalkıyorum. Son anda Lex'e uyarırcasına bir bakış attıp kapıyı açıyorum.




Eveet. Yazdım sonunda. Beklettim biraz ama.. Alışkın olmayanlar için Clee'nin çelişkili ordan oraya atlayan düşünce yapısı ve rpde kullandığım ben dili yüzünden şimdiden özür dilerim *-* Ayrıca bok oldu. Yemek yapamayan biri olarak yemek yapma rpsi de yazamıyormuşum onu öğrendim. Daha yazıp geldi gitti meraba dedi falan diye devam edecektim aslında ama gelenlerin sırasını etkilemek istemedim. Birbirinizi beklemek zorunda kalmayın diye. Kapan yazsın yeha: Sonradan gelenler öncekilerin evde olduğunu belirtir yuvarlanıp gideriz yeha: Clee'yle tanıştığınızı eve girdiğinizi falan yazarsanız diye bilgi veriyim şimdi burda kıskançlık triplerinde ama size belli etmez genel olarak iyi davranır evine gelmişsiniz sonuçta sıcak karşılar bide Alex'in arkadaşı benim arkadaşım mantığı var çok da terslemez. Anca Lex'e çok yakın davranırsanız çirkeflik yapar falan. Çok cadı çook. Ahaha tamam uzatmıyorum. Aaa bide. Bi ihtimal cumartesi akşamına kadar yokum buralarda, eğer o zamana kadar herkesin rpsi bitmiş olursa bekletebilirim onu da şimdiden bildirmiş oldum hadi hepinize kolay gelsin falan oh:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Evie C. Zamora
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Evie C. Zamora


Mesaj Sayısı : 358
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : E

Şöhret
Puan: 39

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: Geri: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimeCuma Ağus. 20, 2010 3:42 am

    Hiç doğmadığım bir yerde nefes almak gibi bu. Yok olmuş bir gezegen de yaşamak gibi. Kurumuş yaprakların içinde uçuştuğu bir havuzda, sonbaharda yüzmek gibi. Hayatımın şu anki en iyi betimlemesinin bu olması gibi. En kötüsünü hissettirecek gibi ama ben mutlu olmak istiyorum. Annem olsun mesela, bana bakan, saçlarımı tarayan ve bu yaşta olmama rağmen uyumadan önce melek sesiyle bana şarkı söyleyen. Ben uyumadan, gözlerini kapatmayan, ben doymadan bir lokma yemeyen bir annem olsun isterdim. Sabahları kahvaltımı hazırlasın, o kreplerden yapsın bana. Arasına kendi hazırladığı çilek reçelinden koysun. Evde hissettirsin beni, hani anne var ya işte. Ondan isterdim. O kadından, mucizevi bir sevgiyle donatılmak isterdim ama olmuyor. İkinci bir anne, onun yerine geçemiyormuş. Bunu bilen 17 yaşındaki bir çocuksa, bir baba neden bilmiyor? Neden annemi istediğimi bilmiyor o? Neden bir babanın, anne kadar özümsenemeyeceğinin farkında değil? Babam, neden bana yeni bir 'anne' yaratmak istedi ki? Başarısız olacağını bilmiyor muydu? Benim yaşımda gözüken aptal bir sarışından anne olacağını mı sanıyordu o? Kumral saçlı, bal gözlü annemin yerine o lens mavi gözleri olan sahte sarışını evimize getirmek gibi bir hatayı nasıl yapabilir? Babalık değerinin yükseleceğini sanarken, öz babam kendi değerini nasıl düşürebilir? Büyük başarılar sergiliyor. Aniden, hiç beklenmeden değerini düşürebiliyor. O güven duvarını örmek uzun sürüyor, umursamadan yıkmaksa bir saniye. Babamın bile yıkabildiği bu duvarı yıkamayacak tek bir kişi var şu dünyada. O da annem ve şu dünyada dememin bile yalan olduğu bir gerçek yüzünden o da gitti. Hayır, beni yalnız bıraktığı için ona hiç kızmadım ve o gittikten sonra, gülümsediğim her saniye için vicdan azabı çekiyordum. Bir süre sonra onun ait olduğu yerde olduğuna inandığımda, kendimi buna inandırdığımda ise gülümsemelerim sadece onun için parlıyordu. Bir günümü bile onu düşünmeden geçirmedim hiç. 10 yaşımın Eylül ayından beri gözümde tütüyor. O güzel gülüşünü ve parlak gözlerini bir daha hiç göremeyeceğim düşüncesi içimi yakıyor. Hiç kimsenin beni avutamayacağı o nasihatları ve uysal ninnileri kulağıma fısıldanıyor. Benim için diktiği her kumaş parçası, bedenimi aydınlatıyor. Onu özlüyorum, belki de fazla özlüyorum ama şu an ihtiyacım olan tek şey o, kalbimin boşluğunu doldurabilecek herhangi başka bir dolgu malzemesi istemiyorum. Annemi istiyorum, evet beş yaşında bir çocuğun lolipop için yalvarması gibi. Annemi istiyorum.

    Gözlerim yaşlı ve buğulu arabanın deri koltuklarında pencereye sırtımı yaslamış gözlerimin dolmasına lanet ediyorum. Hep deri kokusundan başım dönmüştür zaten. Bu araba ne kadar eskise de hala yeni deri kokması da beni sinir eden şeylerden biri. Babama ya da şoförümüz PJ'e daha kaç kez ya arabayı ya da koltukları değiştirmesini söylemem gerekiyor? Neyse, elimdeki Miller şişesinden bir yudum alıyorum. Buz gibi sıvının boğazımdan ilerlemesini hissetmek beni gıdıklandırıyor. Alex, çok nazik bir hareketle beni evine çağırdı. Clem ile yeni evlerine. Keşke benim de öyle bir arkadaşım olsaydı, gerçekten Clem çok şanslı ve bunu imrenmekten öte bir duyguyla beraber düşünüyorum. Bir paket gibi. Bazen Clem'in yaşama tutunduğu dalının Lex olduğunu düşünüyorum, ki bu konuda haklıyım. Ansiklopedide yazsaydı, gözlerim kadar emin olamazdım. Gülümsüyorum boşluğa. Çünkü benim böyle bir dalım yok, uçurumdan çoktan düşmüşüm. Yüzüm gözüm yara içerisinde ve kalbim kanıyor. Hayır, ölemedim bir türlü. Hala acıyor canım, ölmeyi istiyorum işte. Kesilsin her şey, dertler ve problemler. Reenkarnasyona inanmak istiyorum bazen, yaşamak istediğim o mutlu hayatı yeni bir bedende canlandırmak istiyorum. Yazık ettiğim şu birkaç yıl için düşüncelerim. İstediğim hayatı yaşayamadığım için. Mesela insanların bana Evie dememesini isterdim, bir zamanlar bu hoşuma giderdi. Şeytanın kızı olmak gibi ama benim ne annem ne de babam şeytan ki. Şeytanın kızı olmak istemiyorum artık. Olgunlaştığımı hissediyorum, yine de tam bir çocuğum. Evelyn olmak istiyorum ya da Coleen. Tam adımla anılmak istiyorum, Eve de olabilir mesela. Kötülük anımsatan bir Evie değil, başına bir D harfi gelince şeytancık anlamına gelen bir takma ad değil. Dal istiyorum ben de, tutunacak ve umutlarımı yeşertecek güçlü bir dal ama yok işte. Babam mı? Hah, hayır tabi ki. Düşünmesi bile ironik. Kim peki? Bana yan gözle bakan insanlar mı? Sağlam gibi gözüküp tutunmaya kalkınca saniyesinde kırılan dallar mı? Hangisi sağlam ki bunların, ben ne zaman o dalı bulacağım? Ne zaman, istediğimi alacağım? Ve ne zaman her şeyim tamamlanacak ve istemek fiilini bir kenara atacağım?

    Araba duruyor, biraz ileri itilmiş gibi sırtım pencereden ayrılıyor ve tekrar yapışıyor. Elimdeki birkaç yudumu kalmış Miller şişesini arabanın bardaklık bölümüne koyuyorum. "Teşekkür ederim." diyorum, deri koltuk yüzünden biraz da sitemli bir sesle. Kapıyı kapattıktan sonra taş döşemeli yolda topuklu ayakkabılarımı konuşturuyorum. Sanki benden daha olgunlar gibi geliyor. Kapıya vardığımda bir nefes alıyorum. Her şeyi yoluna koymak için ciğerlerimi dolduran bir nefes. Zile basıyorum, tanıdık bir tını kulağımı dolduruyor. Ardından kapıda Clem beliriyor ve ona imrendiğimi hatırlıyorum. Her şeyin duygusal olduğu şu saniyelerde, perçemli kömür saçları, kömürün elmasa dönüşmesi gibi parlıyor. Gözleri mutluluk dolu, kocaman bir gülümsemesi ve masumiyetten bembeyaz bir teni var. Özeniyorum ona, Alex'ine, Alex ve Clementine ikilisine. Birbirlerini tamamlayan duygularına özeniyorum. Kedilerinden bir tanesi bacağıma dolanıyor. Vişne ya da Votka. Hangisi bilmiyorum çünkü sadece bahsedilmişti, dış görünüşleri hakkında bir fikrim yok. Onu elime alıyorum ve tatlı yüzüne bakıyorum. Hırıldamaya başlıyor ve ben de tekrar yere koyuyorum. Kedilerin köpekler gibi sevilmekten ve kucakta durmaktan pek hoşlanmadıkları aklımın bir köşesinde. Clem'e bir şey demeden sarılıyorum, dost bile sayılmasak da yine de ona sarılırken sanki tüm hüzünlerimi onunla paylaşmış gibi hissediyorum. Sanki en yakın arkadaşımmış gibi. Ayrılmak istemiyorum, biraz daha sarılmak istiyorum ama o benim duygularımdan habersiz sardığı kollarını geri çekiyor. Bir şey diyecek gücü bulamıyorum, gerçekten kıskanıyorum. Böyle değer veren birinin olmasını ama bu onu daha çok sevmemi sağlıyor. Bir nedenden ötürü Clem'e çok yakın hissediyorum kendimi. Bana birden fazla hissi yaşatıyor. Hem annemmiş, hem dostummuş, hem de kız kardeşimmiş gibi geliyor bana. Gözlerindeki parıltıya bile özeniyorum. Uzun zamandır bende olmayana. "Seni gerçekten özlemişim Clem." Başka bir sözcük çıkmıyor ağzımdan, gözlerimin dolmasına engel olmaya çalışıyorum. Bu beklenmedik hüzün topluluğu nereden geliyor? Böyle güzel bir günün içine etmek istemiyorum bu yüzden kendimi duygusallıktan arındırıp gülümsüyorum. Belli ki bende bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyorlar. İçeriye göz atıyorum. Pizza kokusu burnuma dolarken ve açlık hissimi canlandırırken evi inceliyorum. Televizyonda Nickelodeon açık, uzun zamandır çizgi film izlemediğimi fark ediyorum. Bir süre gözlerim televizyondaki küçük karakterin konuşmasına takılıyor, ayakta üzerimde ceketle onu izlediğimi fark ettiğimde, beyaz ince ceketimi çıkarıyorum ve geçen günün hatırası Chanel çantama koyuyorum. Alex salondan bana bakıyor, onu da çok seviyorum. Neden bilmiyorum ama onun beni bu kadar sevdiğinden emin değilim, büyük ihtimalle o benim onu ne kadar sevdiğimi bilmediğinden. Çünkü hiç belirtemedim. Daha doğrusu belirtmedim. Bugün bunun için iyi bir fırsat diyorum kendi kendime. Ardından kanepelerine doğru gidiyorum ve kuruluyorum, aslında topuklu ayakkabı giymek istemiyorum. Şu an sadece bol bir tişört, rahat bir spor şort ve inekli çoraplarımı istiyorum. Aile yemeği gibi, onlar benim ailemmiş gibi olsun istiyorum. Aslında mutluluklarını bölmek istemeseydim onların yanına taşınırdım. İstiyorum çünkü, yine ve yine. Mutlu olmak istiyorum, suç mu ki? Karnımı sıkan bu kot pantolondan kurtulmak istiyorum işte. Sabaha kadar Clem'le cin içip dertleşmek ve kız sohbeti yapmak istiyorum. Gizlice bizi dinleyen Lex'in karışık düşüncelerini toparlama isteği beni gülümsetiyor. Onlar kadar saf ve temiz olmak istiyorum. Dertlerden arınmış ve su kadar berrak. Neden bilmiyorum, sürekli istiyorum. İkisinden birisinin bir şeyler dediğini fakat seslerinin gözleri bozuk birinin gözlüksüz etrafa bakması gibi bulanık olmasını fark etmeyecek kadar istiyorum. Sadece yaşamak istiyorum, yaşamak istediğim gibi ama Lex'in Clem'i tamamlaması gibi birinin de beni tamamlamasını istiyorum. Hatta fark ediyorum ki, aslında tek istediğim bu. İki sağlam dal. Annem ve henüz varlığından haberim olmayan tamamlayıcım. İstiyorum, istiyorum ve istiyorum. İsteyemez miyim?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
G. Arneilla Bianchett
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
G. Arneilla Bianchett


Mesaj Sayısı : 142
Kayıt tarihi : 02/08/10

Şöhret
Puan: 12

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: Geri: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimeCuma Ağus. 20, 2010 7:17 pm

Mutfağa her girdiğimde yaptığım iki şey vardı. Birincisi dayanılmaz sıcağı ve nemi görmezden gelmeye çalışmaktı. İkincisi ise üzerime yemek kokusu sinmesin diye tabakları büyük bir hızla kapıp dışarı atmaktı kendimi. Gereksiz yere acele ediyor, telaşla masaların arasından geçerken mümkün olduğu kadar çabuk bitirmeye çalışıyordum masaları. Sanki bir işe yarıyordu da! Şu mesai saati denen şey yüzünden ne kadar masaya hizmet edersem edeyim erken çıkamıyordum. Yani Alex ile Clementine'in evindeki yemeğe yetişmek için ne kadar insanın doymasını sağlarsam sağlayayım gelmeye devam ediyorlar, bir öncekilerden daha da arsızca tabak tabak yemek sipariş ediyorlardı. Elbette ki benim düşünmem gereken bir şey değildi ne kadar yedikleri. Ancak şu bir gerçekti ki, her ne kadar kucaklarına kumaş bir peçete serip gümüş takımlarla yeseler de, Afrika'daki aç aslanların ceylanların narin boyunlarına dişlerini geçirdikleri kadar büyük bir iştahla yiyorlardı. Bunu fark eden elbette ki yalnızca bendim, birde sırtını duvara dayayıp bir şeyler isteyip istemediklerini kontrol ederken irkilen tek kişiydim.

Sonunda lokantanın ışıkları biraz daha kararmıştı. Masalarda oturan insanlar başlarını sahneye doğru çevirmiş, merak yerine küçümsemeyle basit bakışlar atıyorlardı henüz boş olan sahneye. Ben ise hala yaslandığım duvardan sırtımı çekmemiş, tam tersine iyice ağırlığımı verdikten sonra kollarımı göğsümde kavuşturmuştum. Bana Jonah da katılmıştı. O kim bilmiyorsunuzdur, lokanta sahibinin bizim başımıza diktiği çobandır Jonah. Kızıl saçlı ve sakallı, kahverengi gözlüdür. Eskiden gözlük takar, sürekli gömleğini içeri sokardı. Eskiden dediğim işe girdiğim ilk gün. Sahi, buradaki kaçıncı günümdü? Hangisinden sonra saymayı bırakmıştım? Aklımdan hesaplamaya çalışırken kolumu dürten bir dirsek ile başımı sağ tarafıma, benim gibi duvara yaslanan bedene çevirdim. "Mesain bitti." Saçma bir içgüdüyle bileğimi kaldırıp kolumdaki saate baktım. Kayıtsız yüz ifadelerim önce şaşkınlık ile gevşemiş, ardından öfke ile kasılmıştı. "Yirmi üç dakika geçmiş, Jonah!" diye sitem ettim sırtımı duvardan çekip tam olarak gözlerine bakarken. O ise elbette ki sırıtıyordu. Bilerek yaptığı belliydi. Bilerek yirmi üç dakika beklemişti! Hızla belimde bağlı olan beyaz önlüğün kalın kumaştan kurdelelerini çözdüm ve müdürüm olacak herifin kucağına fırlattım. Alelacele mutfak tezgahından aldığım çantamı boynuma çapraz olarak asarken bana fısıldadıklarını güçlükle duymuştum. "Ve yarın Converse ile gelmeni istemiyorum Arneilla! Burası saygın bir lokanta ve diğerleri gibi topuklu ayakkabı giymelisin." Saçlarımı çantanın kayışından kurtarırken elimle onu umursamadığıma dair bir işaret yaparak geçiştirdim devamı gelecek olan nasihatlarını.

Lokantanın ağır, ahşap kapısını ittikten sonra içerisinin sessizliği, durgunluğu ve loş ışığıyla oldukça zıt olan sokakta bulunca kendimi her zaman ki gibi şaşırmış ve şaşkınlığımı gizleyememiştim. Bambaşka iki dünya gibiydi. İkisi de birbirinden sıkıcıydı gerçi. Çaresizlik içinde etrafıma bakınırken, aşağılık Jonah yüzünden planladığım her şeyin nasıl da imkansızlaştığı aklımdaydı. Eve gidip üzerimi değiştirecektim, hazır gitmişken de yaptığım keki alacaktım. Ev hediyesi denen şey burada da var mıydı bilmiyorum gerçi. Tanışırken el sıkışmıyor olmaları, ciddi bir şekilde tereddüt etmeme sebep oluyordu. Topuklu ayakkabılar üzerinde durmaya çalışan, leylek gibi yürüyen bir kız grubunun solundan hızla geçtikten sonra, karşıma çıkan ilk dükkana daldım. Durumu özetledim hızla. "Bir ev hediyesi, ne tavsiye edersiniz?" Adam konuşmaya başlamıştı eline bir şişe alıp. Hangi ülkedeki hangi üzüm bağındaki hangi üzümlerle yapıldığını falan anlatıyordu işte. Çok anlarmışım gibi. Lafını yarıda bölüp Bianchett servetinden bağımsız olan kredi kartımı uzattım adama. Şarabı saman rengi, kalın bir kağıt torbaya yerleştirmişti dikkatle. Torbanın yeşilimsi kalın iplerini sıkıca kavradıktan sonra yeniden sokağa çıktım. Yürümeye çalışıyordum ama yerimde sayıyordum resmen! Önümdeki yavaş insanları geçmeye çalışırken karşıdan gelen bir başka sürü ile olduğum yere sabitleniyordum. Bu sırada evi kaçırmamak için cebimden katlanmış bir kağıdı çıkardım ve adresi okudum tekrar. Nerede olduğum ile ilgili hiçbir fikrim yoktu gerçi. Yine de insanlara sora sora ilerliyordum.

Sonunda kendimi kapılarının önünde bulmuştum ve bunu bir zafer olarak algılayan beynim, yüzüme koca bir gülümseme yerleştirmemi sağlamıştı. Kağıdı tekrar katlayıp cebime koydum. Zile bastıktan sonra beklerken biraz da çekingen bir tavırla ağırlığımı bir bacağımdan ötekine aktarıp duruyordum. Açıkçası lokantadaki üniformamla geldiğim her halimden belliydi. Hayır, lokantada çalışıp kendi paramı kazanmaktan utanmıyordum. Sadece üzerimi değiştirebilmiş olmayı tercih ederdim. Ben beklerken kapı açılmıştı. Başımı yerden ve Converse'lerimden çekip yukarı doğrulttum. "Merhaba Clementine." Yüzümde samimi bir gülümseme vardı ancak tanımadığım birinin karşısında ilk defa özgüvenimin yavaş yavaş yıkıldığını hissedebiliyordum. İçeri girdikten sonra elimdeki karton torbayı biraz kaldırarak nereye bırakabileceğimi sordum. Onun işaret ettiği yere bıraktıktan sonra bir süre daha oyalandım nereye gideceğimi bilmeden. Ardından Clementine'i takip ederek Alex'in ve Evie'nin bulunduğu bir odaya girdim. Bir süre öncesine kadar parmaklarımla oynuyorken, samimi olduğum birisinin bulunduğu bir ortamda olmak biraz rahatlamamı sağlamıştı. "Merhaba!" Bu sefer sesim bir öncekinden daha keyifli ve şüphesiz daha enerjikti. Omzumdan dökülüp kollarıma sürterek her defasında huylanarak irkilmemi sağlayan saçlarımı arkaya atarken elime çarpan bir sertlikle boynumu eğdim. İsim kartımı yakamda unutmuştum. Gülümsememi hiç bozmadan çıkardıktan ve çantama koyduktan sonra aklımdaki tek şey, hala Fransız hizmetçilerinden gibi görünüyor olmamdı. Hala ayaktayken başımı açık duran televizyona çevirdim. Çizgi film? İçime bir sıcaklık dolması için yeterliydi bu. Çizgi film izleyerek büyümemiştim, Afrika'da yoktu zaten ancak Viyana'ya taşındığım zaman onları keşfetmiş, bir daha da bırakmamıştım. Onca yıl hayatımda eksik olan bu keyfin acısını çıkarıyormuş gibi boş zamanlarımda sadece onları izliyordum. Yaşıtım kızlar romantik filmlerin hiç birini kaçırmazken, benim yaptığım şey televizyon karşısında pijamalarımla oturmak ve çocukluğumu yaşamaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eglantina Sychelja
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Eglantina Sychelja


Mesaj Sayısı : 27
Kayıt tarihi : 14/08/10

Şöhret
Puan: 0

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: Geri: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimeC.tesi Ağus. 21, 2010 5:56 pm

Kendimi eskimiş spor ayakkabılarımla central parkın taşlarını ezerken bulduğumda henüz fazla uyumamaktan hâlâ kapalı olan gözlerimi açarak etrafı izleyecek durumda değildim. Akşamdan kalma bedenimi çimenlerin üzerine attığımda, kimseyi umursamadan gözlerimi kapatarak yalnızca sabah saat altı gibi sessiz olan bu ortamı dinlemeye koyuldum. Rüzgar hafif bir biçimde eserken saçlarımla beraber ağaçların dallarındaki düşmek üzere olan yaprakları da savuruyordu. Eve bir torba dolusu kasetle geldiğimde elbetteki bunun olacağını biliyordum fakat yine de böylesine uykusuzluk çekeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. Titanik, İlk Dans İlk Öpücük, Kirli Dans 2, Cesur Yürek gibi filmleri gecenin o karanlık hükmü bitip de güneş ışıltışlı yüzünü göstermeye başlayana kadar izlemiştim. Saat dört gibi uyuduktan sonra alarmımın o cızırtılı sesiyle altıda uyanmıştım. Ve işte snuç olarak karşınızda zombiye dönüşmüş bir beden. Bu huzur dünyası içerisindeki sessizlikle beraber nefes alış verişlerimin düzenli sesini dinlerken kendimden geçmem ne kadar sürecek diye merak etmeden duramıyordum. Sonunda göz kapaklarımla girdiğim amansız savaşta yenilerek kendimi uykuya bıraktım hem de Central Park'ta bir ağacın altında.
...
Birbirine girmiş kızıl saçlarım arasından parmaklarımı geçirdiğimde artık kendime geldiğimi hissedebiliyordum. Daha dinç ve daha sağlıklı. Karnımın gurultularına aldırmadan evden çıkmadan önce tesadüf eseri omuzlarıma attığım çantanın içerisine bir bakarak sessizce iç geçirdim. Dün havuza gitmeden önce hazırladığım çantayı evde unutmuştum ve anlaşılan kahvaltı yapmamamdan dolayı bastıran bu açlık hissine karşılık jambonlu bir sandviç, yanında ise soğuk çay ile yetinecektim. Parmaklarımla çantanın içerisini karıştırmaya devam ederken, henüz dün başladığım kitabın pürüzsüz kapağına değdi tenim ve içimde oluşan nedensiz bir sevinç ile birlikte onu olduğu yerden hızla çekip, çıkardım. Bir elimde nefis sandviç ile diğer elimde 'İtalyanca Aşk Başkadır'. Sanırım huzur denilen şeyin tanımı bu olmalı. Çimenlerin hemen yan tarafında bulunan patika yoldan geçip giden insanların garip bakışlarına aldırmadan kitabın akıcılığına kaptırdığım benliğimi oradan çekip çıkartmak için hiç bir çabaya gerek duymuyordum açıkçası. Sonuçta bir insan kaldığı yerde mutluysa neden oradan ayrılmak istesin ki? Ben böylesine kendimi kitabın eski sayfaları arasında kaybetmiş bir biçimde yüzümde anlaşılmaz ufak bir tebessümle gülümserken, tekrar hayata dönmemi sağlayan şey güneşin direk olarak gözlerime ulaşan ışıkları oluyordu tabii. O anda bileğimin üzerinde kurulu bir biçimde yıllardır duran beyaz ışıltılı saatim hiç olmadığı kadar ağır geliyor. Gözlerimi kitaptan ayırmaya zorlayarak önce kollarımın kenarında duran bitmiş sandvç kalınıtılarına baktım ardından da dikkatimi kendisine çekmek için çabalayan saatime kaydı gözlerim. Tanrım akşam olmak üzere. Davetli olduğum bir yemek var elbette ki. Sabah ki uyuşukluğuma bakılırsa saçlarımla oluşturduğum özenli topuz ile üzerime geçirdiğim kıyafetler hiç de sersemlik abidesi gibi değil de aksine çok şık bir kadının dışarıya çıkarkenki giyimine benziyordu. Hızlıca ayaklanarak ağacın birkaç adım ötesinde duran çöp kutusuna ulaşarak sandviçten kalanları ve soğuk çayın metal kutusunu attıktan sonra sırtıma çantamı tekrar atarak Central Park çıkışında olan arabama atladım.
...
Birkaç dakika sonra kendimi Alex ve Clementine'nin evinin önünde bulunca içime oturan endişe alnımda boncuk boncuk terlerin oluşmasına neden oldu. Yeni eve taşınanlara bir hediye almak gerekmez miydi? Ama ben böyle elimde hiçbir şey olmadan çıkagelmiştim. Yapabileceğim bir şey yoktu üstelik. Bir dahaki sefere evlerine geldiğimde hediyesiz gelmeyecektim. Parmaklarım hızla kapının ziline gittiğinde yüzüme samimi bir tebessüm kondurdum. Spor ayakkabılarım üzerinde doğrularak kapıyı açan Clementine'ye baktım sevecenlikle. Onu tanıdığım söylenemezdi ki buraya Alex için gelmiştim. Yine de bu onunla tanışmayacağım anlamına gelmezdi, değil mi?
İçeri girer girmez Alex, Evie ve Arneilla'yı gördüm. Ayrıca mutfaktan gelen nefis yemek kokularını da görmezden gelmek ayıp olurdu. Sandviçi daha yeni ymeiş olsam da neredeyse bütün gün aç kalmak bir sandviçle giderilmemeliydi. Onlara doğru ilerledim.
'' Merhaba.''Hepsine selam verdikten sonra aslında sesimin biraz da olsa yüksek çıktığını anladım. Ufak bir tebessümle birlikte koltuklardan birine geçtiğimde açık kalan televizyondan gelen seslerle irkildim. Çizgi film? Ah, bu içimdeki gerginliği azaltmaya yaramıştı. Gözlerini televizyondan çevirmemelerini dileyerek fısıldadım. '' Gelirken siz hediye getirmek isterdim fakat Central Park'ta uyuyakaldığımdan dolayı böyle elim boş geldim. Bir dahaki sefere elim boş gelmeyeceğime emin olabilirsiniz.'' Gözlerimi bütün yüzlerde teker teker gezdirdikten sonra gerginlikten kızarmış parmaklarımla oynadım bir süre boyunca. Sonunda pes edip bakışlarımı ellerimden televizyona kaydırdım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
St.Jude IV.Sınıf, Admin
St.Jude IV.Sınıf, Admin
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 1215
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Lex

Şöhret
Puan: 113

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: Geri: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimeC.tesi Ağus. 21, 2010 10:46 pm

Yemek kokuları burnunu doldururken kendini huzurlu hissetti. Zaten hissetmemesi elde değildi. Clem’leydi, uyuz babasının soluduğu havayı soluyarak kendini zehirlemek zorunda değildi, onun sorumluluğu yoktu, katılması ve babasını onurlandırması gereken ama aslında sadece daha fazla içmesine sebep olan partiler yoktu, her gece çarşafları kirli günahlarıyla kirleten kızlar da. Kızlar kısmı vardı ama en azından her gün uyandığı ve kimi geceler uyuduğu yatağına uzandığında geçmiş endişeleri ve Cleo’nun canlandırılmaya çalışılan imgeleri düşünmektense Clem’in huzur verici nefes seslerini düşünüyordu. Tıklayan bir saat gibi kollarında yatarken üzerinden şeytani fanteziler kurmadığı tek kız. Ve az önce yine onunla enfes yemekler hazırlamıştı. Yeni evlerinde birini ağırlayacak olmak eğlenceli bir işti. Uzaktan bakıldığında sıkıcı gibi duruyordu ama o sahiplik hissi eğlenceliydi asıl. Hiç sahip olamadığı aile saadetini iki kedi ve bir arkadaşla bulmuştu, öyle ki bazen geçmiş acılar daha az sızlıyor gibi geliyordu bu tozpembe saatlerde. Kapı çaldığında her zaman mutlu sonla biteceğini bildiğim bir çizgi filme dalmıştı. Tabi kafasında belli belirsiz gezen şifreli kanalları açtırma düşünceleri vardı. Kucağındaki Votka kalkmaya üşenecek kadar tembel ve şişman olduğundan kapıya davranan Clem oldu, Alex de mafya babası edasıyla pofuduk ve şımarık kediyi okşamaya devam etti. Kapı kolu aşağı inip geri çekildiğinde içeri giren Evie oldu. Alex eviye dalgınca baktı. Onun için ne düşüneceğini bilemiyordu, genelde tam bir baş belasıydı ama aile içinde en sevdiği kişi de oydu. Buraya çağırmış olması bile buna işaretti. Yine de belki tipik erkeklik egosundan belki de değil, Evie’ye hiç hak ettiği aile samimiyetini gösterememişti. Kapı henüz kapanmıştı ki yeniden çaldı. “Anlaşarak mı geldiniz?” dedi Alex yüzünde içten bir gülümseme ile, huysuz bir ses çıkaran Votkayı koltuğa bırakıp doğrulurken. Huysuzluk yapacağı bir gün değildi bu gün, gayet ayıktı ki bu neredeyse her gecesi sarhoş geçen Alex için ender zamanlardandı. Ama güzel bir gece amaçlamıştı ve güzel bir gece olacaktı. İçeri giren Arnellia’ya karşılık olarak selam verdi ve gözleri çizgi filmde olan kıza sarıldı. Bunu yanlış anlayacağını sanmıyordu ama duyduğu hafiften öksürme sesiyle gözlerini Clem’e kaydırıp göz kırptı. Sözünün eri olacaktı ne de olsa izci sözü vermişti. Takım Eglantina ile tamamlanmıştı. Mahçup kelimelerini bitirmesiyle Alex’in dert etmemesini belirten el hareketi bir oldu. “Boş ver hediyeyi, yemekleri beğenin yeter.” Dedi ve devam etti. “Bu o yeni taşınanların sırf hediye almak için düzenlediği yemekli partilerden değil. Sadece… Tıkının!” Bu özgüven patlaması aslında Alex’in içinde gerçekleşen endişenin işaretiydi. Konu yemek olunca beğeni toplamayı seviyordu, hatta birçok kişi huysuz ev kadınlarına benzediğini söylüyordu bu konuda. Ama emek verdiği şeyin beğenilmesini isteyen Alex o an hediyeden çok kompliman bekliyordu. “Hadi yemeğe. Sonra da, bilmem sonra ne yapacağımızı siz kızlar seçin. Saçlarıma ya da tırnaklarıma bakım yapmayın yeter.” Kıs kıs gülerken Clem’i kontrol etmek için ona bir bakış attı ve tebessüm etti. Yüzündeki ifade her şeyin iyi olacağını söylediği zamanlardaki ifadesine çok benziyordu. Mutfağa vardıklarında sıcak hamurun doygun kokusu burunları okşadı. Zaten her şey bitmişti, Clem’e de daha önce söylediği gibi. Alex küçük kartlara isimler yazıp tabakların üzerine koymayı düşündüyse de bunu ikinciye düşündüğünde çok gay işi olduğuna karar verdi. Mutfak hamaratlığı konusunda yeterince böyle espriye maruz kalıyordu zaten. “Menüde pizza, tiramisu ve salatamız var. Dolaptaki çikolatalı dondurmayla süper olacak.” Taşındıktan sonra Clem Alex’in çikolatalı dondurma sapıklığı konusunda şaka yapmadığını anlamıştı, sonunda. Buzluğun yüzde yetmiş beşini Alex’in çikolatalı dondurma ‘kovası’ kaplıyordu. Cleo’nun yokluğunda vefalı bir dost bellemişti dondurmayı. “Siz istediğiniz yere geçin, Clem de yemekleri getirsin.” Kendini bir sandalyeye atıp Clem’e muzur bir gülümseme attı. Ona evin kızı muamelesi yapmaktan hep şeytani bir haz alıyordu. Ayrıca kızları burada Clem ile bırakırsa Clem’in onlara saldırmasından korkuyordu. Gerçi gece iyiye gidecekmiş gibiydi ama konu Clem olunca ne zaman kıskançlık yapacağı belli olmuyordu. Şımarık kediler gibiydi.
Clem mutfağa gittiğinde Alex kızları konuşturması gerektiğine karar vermişti. Evie'ye amcasının durumunu sorduktan sonra Arnel'e şehire alışıp alışmadığını, Eglantina'ya da resim işlerinin nasıl gittiğini sordu. Onları çağırmakla iyi yaptığını biliyordu, bu sandalyeleri dolduracak bir yığın gereksiz insanı da çağırmış olabilirdi. Pizza kokusu artarken Alex aç bir köpek gibi sırıttı.


Herkesi rpye katmaya çalıştım bir şekilde. Gerçi oldu mu bilmiyorum ama denedim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Clementine Crandal
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Clementine Crandal


Mesaj Sayısı : 663
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Cle.

Şöhret
Puan: 70

İkiKiloBiber Empty
MesajKonu: Geri: İkiKiloBiber   İkiKiloBiber Icon_minitimePaz Ağus. 22, 2010 2:39 am

Bu gece eğlenceli geçecek. Buna eminim. Tabii Lex bana verdiği sözü çiğneyip iyi niyetimi, sevincimi, onu mutlu etme isteğimi kurşuna dizmezse.. Bana kıyamayacağını bilmesem, beni altına aldığı, alacağı ve yatmasa da bunu yapabileceği kızların bütününden daha fazla seviyor olmasa kesinlikle bahane bulurdum bu gece için. Ama bütünü ikiye bölecek kadar salak değil buna eminim. Ya da tarafımdan ikiye bölünmeyi isteyecek kadar..
Kapıya giderken bir gerginliğim var az da olsa. Bir yandan mutluyum, balayından sonra evinde misafir ağırlayan şapşal çiftler gibiyiz çünkü. Taşındığımızdan beri ilk defa biri gelecek. Ama bir yandan da tarif edemediğim bir sahiplenme duygusu var içimde. Bu yüzden kapıyı açtığımda Evie'yi görmek rahatlatıyor beni. Alex'den önce, ki onun olmadığı bir zaman hatırlayamıyorum ama onun kuzeni olduğunu öğrenmeden önce Evie benim için bir şey ifade etmiyordu. Öğrendikten sonra çok yakın olmasam da daha farklı bakmaya başlamıştım ona. Okul hayatımızın son yıllarında, biraz da onun arkadaşlarının etkisiyle harcanmış uzak zamanlarımız vardı. Şu son yıldaysa değişen çok şey oldu hayatımda. Lex'i ve onun hayatını da sahiplenmeye başlayınca Evie'nin önemi arttı kısaca. Bu kısa sürenin getirdiği alışkanlıkla bir garip olduğunu farkedebiliyorum kolayca. Tuhaf bir ifadeyle bakıyor yüzüme. Peşimden gelen Vişne'yi kucağına alıp o rahatsız olana kadar kediyle ilgileniyor. Gülerek izliyorum onları. "Kıskanıyorum." Tekrar bana dönüyor bakışları. Eksik bir şeyler var onda bu gece, ne olduğunu daha sonra ağzından almayı hatırlamalıyım. Öylece bakmaya devam ediyor yüzüme. Sonra da bir şey demeden sarılıyor bana. Bir an şaşırdıktan sonra bende onu kucaklıyorum. "Bende seni özledim Evie. Daha sık ziyaretimize gelmelisin." Biz. Lex'le biz olma duygusunun kelimelerime, ses tonuma yansıyacak kadar içime işlemiş olması.. "Gel hadi. Lex içeride dedikodusunu yapmaya başladığımızı düşünmeden girelim." İçeri girdiğimiz gibi kapı tekrar çalıyor. Evie'yi Lex'in yanında bırakıp kapıya dönüyorum. Bu sefer kesinlikle ikinci bir Evie olamaz.. Kapıyı açıp karşımdaki kızı inceliyorum. Lex'in tariflerine göre kim olduğunu bulmaya çalışıyorum. Yüzde elli şansım var zaten.. Yaka kartı çarpıyor gözüme. Arneilla.. Lex'in hakkında dediklerini hatırlamayı deniyorum bu kez. Onun da gerginliğimi paylaştığını görmek gülümsememe neden oluyor. Sakin bir ses tonuyla dudaklarından dökülen kelimelerini de bu gülümseme eşliğinde yanıtlıyorum. "Hoş geldin." Elindeki torbayı bırakmasını bekleyip yol gösteriyorum. Yönlendiren olmak hoşuma gitmiyor, hele tanımadığım biri için. Ancak ortada dikilmesine neden olmak ya da ışığı takip et diyerek öküzlük yapmak gibi ihtimallere de henüz sıcak bakmıyorum. Belki daha sonra fazla sinirim bozulursa. O türde biri gibi durmasa da ihtimaller her zaman vardır.. İçeri girdiğimizde Alex'in sıcak karşılaması benim yersiz tutukluğumu dengelese de elimde olmadan bir hırıltı çıkarıyorum. Kediye dönüşüyorum sanırım. Lex'in yaramaz bir çocuk kadar masum gülümsemesi ve göz kırpmasıyla bir şey demeden durabiliyorum. Aslında söylenebilecek bir şey de yok. Bu sahnede kızabileceğim bir durum yok çünkü. Benim amacım sadece sözünü hatırlatmak.. Yerime oturamadan kapı tekrar çalıyor ve üçüncü misafirimizi karşılamak için tekrar kapıya yöneliyorum. Kimin geldiğini bilmenin de rahatlığı var artık üzerimde. Eglantina'yla da karşılaşınca artık beklenecek biri olmamasının verdiği rahatlık da ekleniyor üstüne. Gerginliğim şimdi sadece tanımadığım insanlarla ilgili. Nasıl davranmam gerektiğinden emin olamıyorum çünkü. Eglantina'yı da salonumuza aldıktan sonra benim pek bir şey yapmama gerek kalmadığını farkediyorum. Ben alışana kadar Lex durumu gayet iyi idare ediyor. Kızlarla tanışmıyor olmamın bizde karşılıklı yarattığı gerginliği dağıtabiliyor sözleri ve rahatlığıyla. Bu birbirimize alışana kadar bize zaman kazandırır ayrıca.. Düzenli olarak bakışlarıyla beni kontrol etmesi var bir de. O beni bakışlarıyla bile kontrol edebilirken nasıl huysuz menapozlu bir cadı gibi davranabilirim ki. Üstelik gerginliklerine bakılırsa misafirlerim de benden pek farklı değiller. Ben bir şey söylemeden Lex'in yönlendirmesiyle masaya geçiyorlar. O hala konuşmaya devam ediyor boş sessizlikler oluşmaması için.. Gevezeliğe vuruyor konuşması, her kelimesinden sonra bir kahkaha gelmesini beklememe neden oluyor.. Sonunda kendisi de bir sandalyeye kurulup beni ne yapmam gerektiği konusunda yönlendiriyor. Konuşma şeklinin nedenini anlayabiliyorum. Normalde olsa karşısına oturup hep yaptığım gibi inatla o getirene kadar beklerim ama bizim inatlaşmalarımız günlerce sürebileceğinden zaten aç olduklarını tahmin ettiğim misafirlerime eziyet etmemeye karar veriyorum. Mutfağa geçip pizzayı dilimliyorum. Ben onunla uğraşırken Lex ve kızların sesleri geliyor içerden. Parçaları daha sonra kalanları saklayacağımız ayrı bir yere aldıktan sonra dirseğimle çarptığım boş pizza tepsisinin yere düşüp gürültü yapmasına neden oluyorum. Lex'in sesini duymadan bir açıklama yapıyorum. "Bir şey yok! Tepsiyi devirdim!" Evet bu gece bir şeye daha neden olursam hayatım boyunca dilinden kurtulamam heralde. Dilimleri tabaklara yerleştirdikten sonra kalanların üstünü kapatıp kaldırıyorum. Pizzaları koyduğum tabaklardan ikisini alıp içeriye dönüyorum. Lex suratıma gülerek bakınca ona dil çıkarıp Evie'yi biraz daha bekletmemin sorun olmayacağını düşünerek elimdeki tabakları Arneilla ve Eglantina'ya veriyorum. Daha sonra da kalan son iki tabağı alıp geri dönüyorum. Elimdekilerden birini Evie'ye uzattıktan sonra yerime geçip Lex'in bakışlarına ve aç yüz ifadesine aldırmadan sandalyeme kuruluyorum. "Afiyet olsun kızlar. Umarım beğenirsiniz. Git ve kendine bir tabak hazırla Lex aç kalmanı istemiyorum. Eee Arneilla.. Lex şehirde yeni olduğunu söylemişti. Memnun musun halinden?" Ona yaptığımın kıskançlıkla alakası yok. Bu sadece bana yapmayı sevmediğimi ve fazla sakar olduğumu bildiği halde ev işlerini yıkmasına karşı verdiğim doğal bir tepki. Belki biraz da tepsiyi devirmiş olmamın etkisi de vardır.

*Gül gibi kızıma hizmetçi muamelesi yaptığın için hakettin Selin u.u Önüne kedi maması mı koysam acaba diye hala düşünüyorum u.u
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İkiKiloBiber
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gossip Girl R-Play :: New York City :: Queens-
Buraya geçin: