Gossip Girl R-Play
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


You know, you love me. XOXO Gossip Girl
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Bela.

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Odille Amélie Rousseau
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Odille Amélie Rousseau


Mesaj Sayısı : 90
Kayıt tarihi : 07/08/10

Şöhret
Puan: 4

Bela. Empty
MesajKonu: Bela.   Bela. Icon_minitimePtsi Ağus. 16, 2010 8:56 pm

Bela. Penn-penn-badgley-14124775-100-100×Bela. 351vp6p
Mike Pysean × Odille Amélie Rousseau


Diken üstünde geçen bir haftanın sonunda tek istediğim sakin bir geceydi. Gündüz bile rahatça dolaşamaz olmuştum. Yanımda sürekli birilerini istediğimden arkadaşlarım bile bıkmıştı benden. Onlar en son dedikodulara gülerken, benim o adama benzettiğim birini görmemle bütün gün zehir oluyordu. Ordan oraya kaçarken onları da sürüklüyordum ve hak veriyordum da sıkılmalarına. Her sarışın adam benim korkulu rüyam haline gelmişti. Neden bu kadar taktığımı da bilmiyordum. Normalde basit bir tatsızlık deyip geçeceğim olayı kendim için travma haline getirmiştim. Bugüne kadar ilk defa tacize uğradığım için kendime de hak veriyordum. Ama bunca paranoyaklıkları yapan ben olamazdım, kendimi tanıyamıyordum. Geceleri odamın kapısını kilitleyip 9da yatar hale gelmiştim. Arkadaşlarım benimle dalga geçiyordu ama ben aldırmıyordum. Her kapının kenarında o vardı çünkü, biliyordum. Birkaç dostumun desteğiyle bugün bunu atlatmaya karar vermiştim. Kendimi hapsedemezdim. O adam da yaklaşık bir haftadır karşıma çıkmamıştı. Kendimi sürekli peşimi bıraktığını düşünmeye zorluyordum. Unutmam için sosyalleşmem gerekliydi. Ancak ben henüz bar türü yerlere arkadaşlarımla bile gitmeye hazır değildim. Ben de biraz caz dinleyip iki yudum bir şeyler içebileceğime kanaat getirdiğimde hazırlanıp çıkmıştım. Caz deyince aklıma ilk Birdland gelmişti. Düşünmeden, her zaman başka bir yerde olan şoföre ve babama haber vermeden çıktım. Alex yine evde yoktu, kim bilir nerelerde sürtüyordu? Aslında ikisinin de varlığımı umursadığından şüpheliydim. İlk taksiyle yola çıktığımda, elimde telefon, herhangi bir durumda arayabileceğim arkadaşlarımı gözden geçiriyordum. Benim gibi en usta oyunculardan biri için bile korku, saklanması en zor duyguydu. O adamın gündüz vakti neler yapabildiğine şahit olmuştum, saatin 11 olması onun için sorun sayılmazdı. Adamın suratını ve bıraktığı anıları zihnimin gerilerine ittikten sonra kıyafetlerimle ilgilendim. Bu hep kafamı dağıtırdı. Gece dışarı çıkar gibi değil de, sinemaya gider gibi giyindiğimi takside fark etmiştim. Dar, açık renkli kot pantolonum bacaklarımı sarıyordu. Siyah, ip askılı bluzumun üzerinde anlaşılmaz simgelerin beyaz renkli baskısı vardı. Yine siyah, ince topuklu ayakkabılarımın sağlamlığını defalarca kontrol etmiştim. Olası bir durumda tekrar hayatımı kurtarabilirlerdi. Uzun kolyem ve saatim beyaz, küçük deri el çantam ise siyahtı. Bu siyah-beyaz uyumunu seviyordum. Saçlarım her zamankinden dalgalıydı. Alnımı çevrelemesi için birazcık perçem bırakıp arkasını toplamıştım. Anlaşılan o adam süslenme isteğimi de bastırmıştı. Daha şık bir şeyler giymediğim için hayıflanarak taksiden indiğimde, kulübün parlak neon tabelasını gördüm. Şu taksici neden beni köşede bırakmıştı ki? Yürümek zorunda kalacaktım. Çantama sıkı sıkı sarılıp yürümeye başladım. Duvarlar arasına hapsedilmiş müziğin boğuk sesi ve topuklarımın tıkırtıları dışında ses yoktu. Saat erken sayılırdı, bu insanlar nereye gitmişti böyle? Hızlanan nabzımı göz ardı ederek yürümeye devam ederken ışıklı yerlerden geçmeye dikkat ediyordum. Yolu yarılamıştım ki, onu hissettim. Daha önce de olduğu gibi o adamın varlığını hissedebiliyordum. Paranoyaklıklarımdan biri miydi bilmiyordum ama burada bir yerlerde olduğundan emin sayılırdım. Bu düşüncemi haklı çıkaracak kadar deneyimim olmuştu. Adımlarımı hızlandırıp etrafa daha dikkatli bakmaya başladım. Bu sefer hazırlıklı olacaktım. Çığlık atmak zorunda kalabileceğimi düşünüp boğazımı temizledim. Tam o sırada yanından geçtiğim bodur ağaçlardan hışırtılar geldi. Ben daha o tarafa bakamadan güçlü bir el ağzıma kapandı. O olduğuna şüphe yoktu. Terle karışık ucuz parfüm kokusu ondan başkasına ait olamazdı herhalde. Bir yandan çığlık atma çabalarımı kayıtsız bırakıyor, diğer yandan tek eliyle bileklerimi tutuyordu. Geçen bir haftada halter mi çalışmıştı? Aynı zamanda hareket etmemi nasıl engelliyordu? Beni kendine çekmiş, resmen kıstırmıştı. Herhalde bunun provasını pek çok kere yapmıştı, çünkü geçen seferki acemiliği ona testislerine mal olmuştu. Kollarından kurtulmak ve yeni bir tekme savurmak için çırpınıyordum ama nafileydi. Nefes almakta zorluk çekiyordum, beni boğarak mı öldürecekti? Ben ısrarla debelenirken daha çok sıkıyordu. Filmlerdeki gibi iki duvar arasında sıkışıyordum. Sonunda pes edip yorgun bedenimi hareket ettirmedim. Sakinleştiğimden emin olunca beni sokak lambasının arka tarafına götürdü. Onun kalın parmaklarının arasından soluyabildiğim hava yetmiyordu, az sonra boğulacaktım. Kimsenin görmediğinden emin olmak için etrafı kolaçan ettikten sonra biraz gevşetti kollarını. Beni hemen öldürmeyecek kadar acımasız olduğunu tahmin etmeliydim. Burada ya da belki başka bir yerde bana işkence yapacak, sonra işi bitince öldürüp bir kenara atacaktı. Ve bunları yaparken zevk alacaktı, benim planlarımı, hayallerimi ve isteklerimi düşünmeyecekti bile. Cesedim bile bulanamayacaktı belki de. Lağım farelerine ve böceklere yem olacaktım. Felaket senaryolarını bir bir sıralayan beynim uyuşmaya başlamıştı. Sona yaklaştım derken onun o merak ettiğim sesini duydum ilk kez. “Beni özledin mi güzelim?” Hızlı soluk alışverişlerine karışan sesinden de iğrenmiştim. Benim uysallaştığımı düşünmüş olsa gerekti ki ileriye gitmeye cüret etmişti. “Endişelenme, bu gece çok eğleneceğiz.” O kalın, mide bulandırıcı sesi merak ettiğime inanamıyordum. Şehvetin tınılarını hissetmek zor olmamıştı. O, omzumdaki elini sırtımdan aşağı doğru kaydırırken ben iğretiyle karışık bir öfkeyle debelenmeye çalıştım ama gücüm yoktu. Yine kıskacını daralmıştı, sıkıyordu beni tüm kuvvetiyle. Bunları hak edecek kadar kötü ne yapmıştım ben? O bedenimin el değmemiş yerlerini keşfe çıkmaya hazırlanırken kendinden geçmişti. Ben de onun bu durumundan yararlanıp işaret parmağını ısırdım. O elini süratle geri çekince ben çığlığı basmıştım. “İmdat!” Ne derece duyulmuştu bilmiyordum. Yenisine hazırlanırken o vakit kaybetmeden elini tekrar ağzıma kapattı. Bu kez öldürürcesine sıkıyordu. Bana duyduğu öfke, arzudan galip gelmişti. Boynumun sol tarafından yüzünü yaklaştırdığında nefesini ensemde hissettim. Öfkeyle konuştu. “Yerinde olsam uslu bir kız olup tadını çıkarırdım.” İçimden yüzüne tükürmek geliyordu. Yapmak istediğim son şey buydu ama yapamıyordum. Sabırsızlığı yüzünden rezil bir şekilde ölecektim. O aceleyle bluzumu üstümden çıkardığında ben gözlerimi sımsıkı yummuştum. Hiçbir anı istemiyordum. Titreyen bedenime ve bodur ağaçların arkasında yaşadıklarıma rağmen korkudan sesimi çıkaramıyordum artık. Bilincim giderken yabancı ayak sesleri duydum. Pantolonumun düğmeleriyle ve sutyenimin kopçasıyla uğraşan eller kaybolduğunda dengemi kaybettiğimi fark ettim. Havada uçuyor gibiydim ama ne gözlerimi açmayı ne de serbest kalan ellerimle kendimi korumayı akıl edebilmiştim. Anlamsız sesler dışında midemin çalkalandığını ve az bir süre sonra başımın arkasının acıdığını hissettim. Gözlerim acıyordu, inanılmaz bir ağrı vardı kafamda. Bedenim soğuk bir zemin üzerinde karıncalanıyordu. Son hissettiğim ise saç diplerimdeki sıcak sıvıydı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mike Pysean
St.Jude III.Sınıf
St.Jude III.Sınıf
Mike Pysean


Mesaj Sayısı : 173
Kayıt tarihi : 18/07/10

Şöhret
Puan: 21

Bela. Empty
MesajKonu: Geri: Bela.   Bela. Icon_minitimeSalı Ağus. 17, 2010 1:20 pm

Uyuyamamıştım dün gece yine. Sebep kendimle bile alakalı değildi, kendimi birey olarak görmemi engelleyen tek şey aile bağları olmaya başladı sanırım. Bağlardan anladıkları şey sadece kendinden küçük akrabalarına ayak işi mi yaptırmak acaba?! William, tam bir gerizekalı. Evet, en küçük amcam olur kendisi. Kendi çapında marka olmaya çalışan bir iş adamı. İsminin duyulması için elinden gelen her türlü şeyi yapan biri, maalesef elinden gelen şeylerin çoğu yaptıkları gibi saçmalığın en son seviyelerinde şeyler. Benimle ve uykusuz geçen geceyle ne alakası vardı ki. Gelen bir telefon benden güvenlik görevlilerinin listesini ve maaşlarını düzenlememi emretmişti. Kibarlıktan yoksun ses tonuna karşılık beynim nefret dolu düşünceler atıyordu üstüne. Beni birey olarak görmeyen biri bile, benim yardımıma muhtaç olabiliyorsa kendisi ne haldedir acaba diye sormaktan alamıyorum kendimi. Bana sanki liseli bir genç olarak değilde 30 yaşında altında çalışan önemsiz bir herifmişim gibi davranıyordu. Aslında umrumda bile olmazdı benim tüm gecemi uykusuz geçirmekteki sebep olmasa ki önümdeki yıllara bakılırsa ismimin duyulmasında onun izlediği yolu takip etmeyecektim ya da onun sahip olduğu herhangi bir şey benim ilgimi çekmeyecekti. Küstah ve egoist birinin hangi saçmalığı benim umurumda olabilir di ki? Yaptığım şeyler karşılığında bana sunabileceği ya da en azından sunmayı düşünebileceği pek bir şey yoktu. Kendi çıkarlarımı düşünen biri olmamıştım ama karşılıksız yapılan şeylerinde saçma olduğu bir gerçekti. Sağladığı tek yarar isminin tek başına duyulamayacağını anladığında altındaki bir kaç kişiyi de ön plana çıkarmasında benimde rol oynamamdı, yani bir kaç mekânında ya da bir gazete haberinde ufakta olsa ismim geçiyordu. Acı bir gerçektir ki medyada William amcam ailemizin yüksek itibarı sayesinde New York'un önde gelenlerinin arasına sızmayı başarabiliyordu. Onun dışında maaşlarından ve görev dağılımından sorumlu olduğum yerlerin personel müdürü gibi bir şey oluyordum. Umurumda bile değildi ancak bir telefonumda bir iki mekân dolusu iri yarı heriflerin gelebileceği bir gerçekti. Kaba kuvvetle çözülebilecek bir olay yaşayacağımı hiç sanmıyordum, baktığımızda tanıdıklarım ve takıldıklarımın yüksek itibarlı kişilerden oluştuğunu ve bir sorunda sadece soyadlarını söylemeleri sorunu çözmeye yetebilirdi. Aslında bu tür halk arasındaki itibar kompleksi kendim için hiç bir şey ifade etmiyordu ve birçok şeye anlam veremediğim gibi buna da saçma gözüyle bakıyordum. Ailemden gelen bir şey olsa gerekti, küçüklüğümden beri insan yaşantısında itibarın her şey olduğu gerçeğiyle yaşayan insanların yanında büyümüştüm. Bu düşünce benim elimde olmadan zihnimin derinliklerine kazınmıştı bile. Rahatlamam ve gözlerimi şu lanet olası güneş ışının esiri olmaktan kurtarmalıydım. Kaç saat çalışmıştım? Birinin bu işleri tek gününü vererek yapması insan haklarına gerçekten uyuyor muydu merak ediyorum. Şükürler olsun ki en azından bir veya iki saat uyuduğumu düşünüyordum. İçerinin havasız ve kötü bir kokusunun olması gerekliyken her yer buram buram kahve türlerinin çeşitli kokuları yayılıyordu. Ayakta durmak için kaç stok kahve bitirmişimdir bilemiyordum. Şimdi elimi kaldıracak veya yürüyebilecek kadar kendimi iyi hissettiğimde bedenime hareket etme emirleri yağdırmaya başlamıştım, beynimi itaatsizlikle suçlamam gerekiyordu. Tavandaki ve duvarlardaki ara ara siyah boyası şimdi gözüme çok daha farklı geliyordu, tüm gecem onların arasında geçmiş olması büyük bir etken sayılırdı. Ellerimi yatağıma bastırarak kalkmıştım. Aman tanrım! Tüm bedenime aynı anda yüzlerce, binlerce iğne saplanıyormuşçasına uyuşmuş damarlarıma kan doluyordu. Gözlerimin damarlarına kadar bu iğrenç hissi yaşamıştım. Sendeleyerek düşmemek için duvardan destek aldım ve kendimi duş küvetine attım, sıcak suyun damarlarımı yumuşattığını ve rahatlattığını hissetmek kendimi biraz olsun canlı hissetmeme yardım etmişti. Ağzıma tahminen 24 saatten fazla süredir "yemek" diye adlandırılacak bir şey atmamıştım. Gariptir ki hiç acıkma hissi yoktu, sanırım içtiğim kahveler dengemi büyük oranda sarsmıştı. Metalik gri olan ve herkes tarafından garipsenen jakuzimden dışarı adımımı attığımda yaşadığımı hatırlamıştım sanırım. Evdeki gördüğüm tüm pencereleri açıp içerdeki yapay soğukluğu ve havasızlığı gidermesini ummuştum. Alt kattaki mutfağa gidip değişik ve akılımın almayacağı desenleri olan seramik tezgâhtan meyve türü bir şeyler alıp atıştırmıştım. Bu evin dekoru hep böyle garip miydi acaba, gelen herkesin zevki mi çok sıradandı? Her neyse koyu ve açık tonlarla süslü bu ev benim hoşuma gidiyordu ki bu bana yeterde artardı. Lanet olsun saat kaçtı? Güneşi gördüğüm her zaman çok erken sanıyorum! Ama tüm bunları yaparken saatin akşam vakitlerinde olduğunu görmeyi çok garipsemiştim, sabah olduğundan emin gibiydim. Zaman kavramını unutmak yaşamamak gibi bir şey gerçekten. Saati öğrendiğimde dışarı çıkma isteğim hüsrana uğramıştı ama yinede bu sıcak ağustos gününde evde kalmak hiçte iyi bir fikir değildi, kim bilir belki de New York'ta sakinlik ve rahatlama hissi veren bir şeyler bulurdum. Aklıma gelen tek rahatlatıcı şey müzikti. Jazz. Her zaman rahatlatma konusunda işe yarayan bir dost gibiydi o. İnsanın ruhuna nota nota ayrı ayrı işlenmesi gibiydi. Bir Jazz kulübüne gidip bir belaya bulaşmadan oturmaktan başka bir şey istemiyordum şimdi. Gardolabımı açıp gözüme ilk çarpan üstünde anlam veremediğim desenler bulunan siyah gömleğimi üstüme geçirdim, altıma da her zaman giydiğim şık kot pantolonu giydim. Hızlı adımlarla dışarı çıkıp siyah limuzinime bir bakış atmamla birlikte şoförüm Dom’un dışarı çıkıp kapımı girmem açması bir oldu. “ Hey, Dom N’aber? “ diyip içeri girdim. Rutin nasılsın, iyisin muhabbeti aramızdan geçtikten sonra Birdland Jazz Club’a gideceğimizi söyledim aynı anda “ Hemen, efendim” cevabımı almam çok sürmedi. Dakikalar sonra içerden Jazz müzik notalarının kulağıma dolduğunu fark ettiğimde Birdland’a varmıştık. İçeri fazla kalabalık gözükmüyordu ya da herkes yan taraftaki barda kafa buluyorlardı. Müzik iç rahatlatıcıydı, istediğim tür bir şeydi. Küçük bir iç geçirdim. Bar tarafına bakınıp orada da çok kişi olmadığını görünce içmek için hafif bir şeyler aldım, zaten yeterince dengesiz bir haldeydim, daha çok bitkinliğe gerek yoktu. Gariptir ki içtiğim her neyse kendimi canlı hissetmemi sağlamıştı, bu ani enerji patlaması gece bana ekstra yorgunluk olarak geri döneceği kuşkusuzdu. Kadehimi alıp kulübün camına doğru yürüdüm, manzarayı görmek istiyordum. Kulübün olduğu yer fena değildi. Camın kenarlıkları krem tonda bir renkteydi perdelerle aynı renkte olması odaya ayrı bir hava katıyordu. Dışarı bir göz attığımda Brooklyn’in akşam hareketliliğini görüyordum, insanlar buradan bakılınca çok telaşlı görünüyorlardı uzaklıktan dolayı olsa gerek. Camın yanındaki kapı dikkatimi çekmişti, büyükçe bir balkona açılan şık bir kapıydı bu. Merakla balkona çıktığımda yeşil manzaranın doğal havası içimi rahatlatmıştı. Açıkçası dışarı çıktığıma memnun oldum, şimdi kendimi daha iyi hissediyorum diye düşünürken bodur bir ağacın arkasından kesik kesik çığlıkların geldiğini duydum. Normalde olsa umurumda olmazdı ancak bu farklı bir his yaratmıştı daha çok beni panikletmişti sanırım. Saçma bir serilikte balkonun şık demirinden atlayıp o tarafa doğru hızlı ve sık adımlarla koşmak ve yürümek arasında gidiyordum. Çığlığın sahibinin genç bir kız olduğunu tahmin edebilir hale gelmiştim. Bodur bir ağacın üstünde iki insan silueti belirmişti gözümde. Adımlarımı koşar hale getirmiştim. Seslerini duymasam hayatta burada iki insanın olacağını tahmin etmezdim. Gözlerimi kırparak görüşümü netleştirdiğimde bodur ağaçların üstünde yarı çıplak bir kızı ve dibinde iri yarı yüzünde acayip bir ifade olan adamı gördüm. Milisaniye içinde o kızın tecavüze uğradığı gerçeğini dehşete düşmüşlük içinde anlamıştım. Vakit kaybetmeden koşabildiğim en hızlı şekilde adama doğru yaklaştım, zaten kendinden geçmiş olan adam beni fark etmemişti bile. Anlık bir süreyle adamın yakasından tutup yüzüne bir kafa atmıştım. Herif gerçekten iri yarıydı ama kendinden geçmişliği yüzünden yere düşmüştü. Kirler içinde pantolonun ve boxerının inmiş olduğunu görmüştüm. Adama vururken kız üstünü başını toparlamaya çalışmıştı en azından çıplaklıklarını görmemi engelleyebilmişti. Etrafta ucuz bir parfüm ve terden başka bir koku yoktu ve kız dehşet içinde bana bakıyordu. Olaylar çok çabuk gelişmişti ve kızın olduğu durumda onun idrak edebilmesini beklemiyordum. Ağacın dalları arasında yerde yatıyordu ve kafasından kandamlalarını görebiliyordum. Çok ciddi bir şeye benzemiyordu ama sarılması kesinlikle gerekliydi. Zaman kaybetmeden kucağıma almış ve kulübe doğru taşımaya başlamıştım. Yüzüne baktığımda adeta onun kadar dehşete düşmüş haldeydim. Yüzünden masumluğu okuyordum nerdeyse. Aynı anda birçok şey hissetmiş olmalıydı. Öfke, dehşet, nefret… Yüzü saydam gibiydi içini okuyabiliyordum. Hiç görmediğim kadar güzel biriydi. Ona bakarken kulübe girip yardım edebileceklerini sandığım birilerini aradım ve kulübün küçükte olsa tıbbi yardım edebilecekleri bir yerleri varmış. Meraklı gözler arasında onu bahsettiğim yere götürdüm ve hemşire olduğunu söyleyen biri tıbbi malzemeleri çıkarıp kafasını bandajlamasında kızı tutmuş ve yardım etmiştim. Kızın kısa süreli baygınlık geçirdiğini sanıyordum…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Odille Amélie Rousseau
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Odille Amélie Rousseau


Mesaj Sayısı : 90
Kayıt tarihi : 07/08/10

Şöhret
Puan: 4

Bela. Empty
MesajKonu: Geri: Bela.   Bela. Icon_minitimeSalı Ağus. 17, 2010 2:46 pm

Bilinç denen karmaşık şey, benim için tekrar harekete geçtiğinde ilk hissettiğim başımın arkasında yoğunlaşmış acıydı. Ardından başımı çevreleyen şeyin şakaklarıma uyguladığı baskıyı, sonra da gözlerimin yandığını hissettim. Gözlerimi öyle sıkmıştım ki yanma artık fark edilmez hale gelmişti. Vücudumun her yeri yorgunluğa ve darbenin yarattığı acıya isyan ediyordu. Bedenim hâlâ bana ait mi diye kontrol etmek için hafifçe kıpırdadığımda yumuşak bir yerde yattığımı ayırt edebilmiştim. Sıkmaktan kasılan göz kapaklarımı aralamak istediğimde gereğinden fazla ışıkla karşı karşıya kalmıştım. Ellerimi gözlerime siper etmek için kaldırdığımda dehşete düşmüştüm. Elimdeki birazcık kan hafızamı yerine getirmiş, o iğrenç anları aynı canlılıkta yaşatmıştı. Bulunduğum yere bakmak için yeterli cesaretim yoktu. Önce hatırlayabildiğim kadarıyla anıları gözden geçirdim. İsim vermeye dilimin varmadığı yaşanmışlıklara kadar bir kâbusun içinde gibiydim. Filmdeki o kız ben miydim? Duyduğumda hep gözümün önünde canlanan oyunun mağdur kahramanı ben miydim? Bu kötü bir şaka olmalıydı. Beynimin ve hayal gücümün oyununa aldanmayacaktım. Filmin sonundaki o adamın yüzü gözümün önüne gelince inanması güç olan gerçekler bende tokat etkisi yapmıştı. Bir yerden sonra film kopuyordu. En son hatırladığım bir boşluk hissiydi. Sonrası koca bir karanlıktı. Bu, bedenimin tekrar adrenalinin etkisinde enerjiyle dolmasına yetmişti. Ne yaptığımı bilmeden ayağa fırladım. Karşımdaki küçük, mütevazı odada bakışlarımın bir yabancıyı bulması zor olmamıştı. O hayvan beni nereye getirmişti? Kâbus burada mı devam edecekti? Peki, bu çocuk da kimdi? Beni bayıltıp kaçırdığı yetmemiş gibi bir de arkadaşlarından birini başıma mı dikmişti? Ani kalkışımla bana dönen yüzüne bakmadan ona doğru fırladım. O adam hâlâ uslanmamıştı. Ben orta yaşlı bir bodyguard beklemiştim. Benim yaşlarımda bir çocuk değil. Mantığım öfkemin esiriyken yaptıklarımın farkında değildim. Tek düşündüğüm o adamı ve arkadaşını öldürmekti. Bunu yapabilecek miyim sorusu aklımın ucundan bile geçmemişti. Büyük ihtimalle çocuk beni tek yumrukla tekrar bayıltırdı ama öfke gözümü kör etmişti. Çocuğa doğru attığım birkaç adımdan sonra yanına varmıştım. O bir şey yapamadan ben tekme atmaya hazırlanıyordum ama işkence planlarım baş dönmemle suya düşmüştü. Midemin çalkalandığını hissettim. Oda bir anda etrafımda döndü, başım zonklayıp uyuşmaya başladı. Yeni bir düşüşe davetiye çıkarmıştım. Bu sefer kesin kafamı kıracaktım. Aynı boşluk hissini yaşadığımda bir çift güçlü kolun beni tuttuğunu hissettim. Kapanmaya alışık gözlerimi açık tutmaya çalışarak yakınımdaki genç yüze baktım. O sarışın adamdaki pislik bakıştan eser yoktu. Tam tersine fazlasıyla normaldi ama düşüncelerini anlamak imkânsızdı. Nabzımın hızlanışını öfkeye yordum. Parfüm mü sıkmıştı? İnsanlıktan çıkmış bu tür magandaların bayat parfümler ve kolonya dışında hiçbir şey kullanmadıklarını sanırdım. Ayrıca fazla beyefendi göründüğünü baş zonklamam geçene kadar anlayabilmiştim. İki ayak üstünde durabileceğime kanaat getirince onun sırtımdaki ellerinden bir hışım kurtuldum. O bir şey söyleyemeden arkadaşına atmak istediğim tokadı ona ilettim. Avucum onun yanağıyla buluşunca ortaya çıkan şak sesi kadar hiçbir şey bana zevk veremezdi. Ne yazık ki hüznün öfkeden sonra geldiğini sonradan keşfetmiştim. Eski gözyaşlarının kuruduğu yüzüm, yenileriyle ıslanmaya başlamıştı. Sanki tokadı ben yemiştim. Yanaklarımda hız yarışı yapan gözyaşlarına rağmen yüzümde donuk bir ifade vardı. O bakışlarını bana yönlendirdiğinde eridiğimi hissettim. Yaptığım davranışı desteklemek istercesine fısıldadım. “Hepinizden nefret ediyorum.” Bakışlarımdan da anlayabilirdi bunu ama bir de benden duysun istemiştim. Alçak sesim histerik hıçkırıklarıma karıştıktan sonra yaşayacaklarımı az çok kestirebiliyordum. İstediğimi elde etmiştim, artık istedikleri gibi öldürebilirlerdi beni. Karşısında mümkün olduğunca dik durmaya çalışsam da beklediğim öldürücü darbelere tarifsiz bir korku duyuyordum. Gözlerimi sımsıkı yumup ilk yumruğu bekledim. Beni oracıkta öldürecekti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mike Pysean
St.Jude III.Sınıf
St.Jude III.Sınıf
Mike Pysean


Mesaj Sayısı : 173
Kayıt tarihi : 18/07/10

Şöhret
Puan: 21

Bela. Empty
MesajKonu: Geri: Bela.   Bela. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 18, 2010 12:31 pm

Kendine hemşire diyen kadın, baygın kıza anlamadığım birkaç şey yaparken kızı dik tutulmasını istediği için sırtına çekingence ve nazik hareketlerle ellerimi koymuştum. Şaşırılacak şekilde sırtından bile gergin olduğunu hissedebilmiştim kızın. Yaşadığı şeyin gerçekleşmesini istemediğini çoktan anlayabilmiştim. Bir tacizdi. Mide bulandırıcı bir taciz. Adamı orada yere yığıp bırakmıştım ancak başka seçeneğim yok gibi gözüküyordu, hem ona bir şeyler yapmaya kalksam etrafın tepkisi benim aleyhime olurdu saçma bir şekilde hem de kızın pekte iyi bir durumda olmadığına ve tıbbi destek alması gerektiği açıktı. İçimden binlerce küfürler ediyordum o herife… Bu kadar genç ve güzel bir kız. New York’ta kimsenin masum olmadığını biliyordum bir New York’lu olarak ama niyeyse bu kız bana oldukça masum gözüküyordu. Gerçi onu daha doğru düzgün görme fırsatım bile olmamıştı. Adını bile bilmiyordum ve içimde ismini öğrenmeye karşı büyük bir merak oluşmuştu, garip bir şekilde bastıramayacağım bir hale gelmişti. Kıza yardım eden kadın orta yaşın üstünde görünüyordu, yaptığı şeyden emin görünmesi içimi büyük oranda rahatlatmıştı her ne kadar durumun o kadar kötü düşünülesi bir şey olmasa da… Yanımızda ki krem renkli sehpaya su dolu bir sürahi koymuştu. Hiçbir şey demeden içerdeki odaya girip kapıyı kapatmıştı. Ne yapacağımı bilemeden beklemeye başlamıştım ki güzel kızın uyandığını gördüm. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kız bana milisaniyelik bir bakış atmış, sırtındaki ellerimden büyük bir hışımla kurtulup ayağı kalkmış ve hayatımda yemediğim bir tokatı yanağıma tüm gücüyle savurmuştu. Tokatının etkisiyle biraz sendelemiş ve geri çekilmiştim, şimdi kızla karşı karşıyaydık. Bana bakıyordu, yüzünde duygudan eser yoktu ama gözyaşları yanaklarında dolmaya başlamıştı bile. Çok geçmeden fısıltı sesinde nefretle tıslamıştı kız “Hepinizden nefret ediyorum.” Ses tonundan nefreti okuyabilmiştim adeta. Ne olduğunu anlamam çok sürmemişti. Kız beni ona taciz eden adamın yandaşı falan sanmış olsa gerekti. Haklıydı aslında zaten o bana tokat attığında bile en ufak kızgınlık hissi yaşamamıştım. Sonuçta benim kim olduğumu ona ne yaptığımı baygınken anlayabilecek durumda değildi. Üstümdekileri veya davranışlarımı görünce ve durumu düzgün bir dille anlatınca benim kötü niyetli biri olmadığımı zaten anlayacaktır. En dürüst ses tonlarımdan biriyle kızın donuk gözlerinin içine bakarak “ Çok özür dilerim bayan. Sadece imdat çığlıklarınızı duyup durumu gördüklerime bakarak kendimce yorumladım ve başınızdaki hafif kanamayı görünce buraya ilk yardım edebilecek birini bularak getirdim. Lütfen kendimi tanıtmama izin verin, ben Mike. Mike Pysean. “ Durumu anlayabileceğini umut ediyordum, çünkü. Yani. Gerçekten hiç tanımıyorsam bile etkilendiğim bir gerçekti ve benden nefret etmesi isteyebileceğim en son şey olsa gerekti. Parmaklarımı huzursuzca hareket ettirme ihtiyacı duymuştum, nedense saçma bir paniğe kapılmıştım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Odille Amélie Rousseau
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Odille Amélie Rousseau


Mesaj Sayısı : 90
Kayıt tarihi : 07/08/10

Şöhret
Puan: 4

Bela. Empty
MesajKonu: Geri: Bela.   Bela. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 18, 2010 1:55 pm

Herhangi bir kaba kuvvet gösterisi beklerken karşılaştığım nazik sözler beni şaşırtmıştı. Açıklamayı sessizce dinlerken ensemin ısındığını fark ettim. Yanlış anlamadan da olsa ona tokat atmıştım ama onun bana karşılık kibar sözlerini duyacağıma daha güçlü bir tokadı tercih ederdim. Elimi başımın zonklayan yerine götürünce başımı sıkan şeyin sargı olduğunu gördüm. Başımı çarpmış olmalıydım. Ve o beni kurtarmıştı. Kurtarmak kelimesi her ne kadar uzak görünse de o olmasa çok yaşayamayacağımı biliyordum. Kimseye kolay kolay güvenmeyen ben, birkaç sözle kolayca inanmıştım ona. Kuşkulu bakışlarla kanıt istememiştim, kim olduğunu bile sormamıştım. O kendiliğinden söylemişti. Mike. Bu ismi artık unutabileceğimi sanmıyordum. Kabalığımı telafi etme isteğiyle ağlamayı kestim. Elimin tersiyle ıslak yüzümü sildikten sonra buruk bir gülümsemeyle konuştum. “B-ben çok üzgünüm. Sizi ş-şey sandım. Özür dilerim… Bu arada ben de Odille.” Ne garip bir tanışma olmuştu bu? Normal bir zamanda tanışsaydık farklı şeyler düşüneceğimden emindim. Titreyen elimi yavaşça uzattım ve sıkmasını bekledim. Kısa bir bekleyişin ardından kısa bir süre tokalaşmıştık. Ben daha fazlasına izin verecek güçte değildim. Gülümsemem düşmüştü. Huzursuzluğum hâlâ geçmemişti. Güvende miydim yani? Daha da önemlisi beni ne durumda görmüştü? Onu da görmüş müydü? Bunu başkalarına anlatır mıydı? O adam kaçtıysa bana artık huzur yok demekti. Eğer başkalarının diline düşersem de aynı şey geçerliydi. Korkularımı gidermek istiyordum. Mike bana yardımcı olur muydu? Belki de onun başına dert olmuştum. Onu daha fazla oyalamak haksızlık olurdu. Ama korksam da sormak istiyordum, yakın hissetmiştim kendimi. Saçma bir şekilde ona güveniyordum. J hep yalanları görebildiğimi söyleyip takılırdı bana. Bu sefer gerek yok gibiydi. Çünkü ondan yalan duymayacağıma neredeyse emindim. Ürkerek bakışlarımı ellerime çevirdim. Gözlerine bakacak ne yüzüm ne de cesaretim vardı. Sesimdeki tedirginliği saklamaya çalışmayarak tekrar konuştum. “Uhm. Şey. Teşekkür ederim yaptıkların için. Gördüğün gibi iyiyim. Gidebilirsin… Ancak, eğer sakıncası yoksa bir şey sormak istiyorum. Onu, gördün mü?” Başımı öne eğmiş tırnaklarımı inceleyerek söylediklerimin cevabını almak için yüzüne bakmak zorundaydım. Göz ucuyla gözlerine baktım ama ne düşündüğünü tahmin edemeden geri çekildim. Çünkü o da bana bakıyordu ve göz göze gelince sıcak basmıştı. Hangi cevabı istediğimden emin değildim. Hangisi daha iyiydi benim için? Cevabı beklerken sehpadaki bardağa uzandım. Dilim damağım kurumuştu. Ellerimin titremesi yüzünden etrafa saçılan su damlacıklarına aldırmadan bardağı dudaklarıma götürdüm. Fiziksel olarak ferahlarken aklıma korkunç bir fikir geldi. O adam bir daha gelirse ne yapardım? O zaman bu kadar şanslı olabilir miydim? İlk defa o an korkuyu iliklerime kadar hissettim. Öyle bir duyguydu ki, insanın benliğini esir alıyordu. Korktuğumu itiraf ediyordum ama baş edebilecek kadar güçlü müydüm bilmiyordum. Bardağı masaya fırlatırcasına bıraktıktan sonra Mike’ın güçsüzlüğümü görmesine izin verdim. Korkak gözlerle hayati önem taşıyan cevabı bekledim. Ne yazık ki onun güven verici bakışları bedenimin korkudan sarsılmasına engel olamıyordu. Hiç gitmesin istiyordum. Hep yanımda olmasını istediğim kişinin bir yabancı olduğunu bilsem de.

Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mike Pysean
St.Jude III.Sınıf
St.Jude III.Sınıf
Mike Pysean


Mesaj Sayısı : 173
Kayıt tarihi : 18/07/10

Şöhret
Puan: 21

Bela. Empty
MesajKonu: Geri: Bela.   Bela. Icon_minitimePerş. Ağus. 19, 2010 11:51 am

Ona karşı kurtarıcı olduğumu kanıtlayan hiç bir kanıtım yoktu aslında. Durumu kurtarmak için gördüklerimi anlatsam bana inanabilirdi? Gerçi inanması için bir sebebi yoktu aynı zamanda inanmaması içinde yoktu. Tek kanıtım adama attığım kafa yüzünden görünmediğini umduğum saçlarımın arasındaki kızarıklık olsa gerekti. Bu gün de nasıldı böyle? Tüm gecemi lanet olası bir iş için uykusuz geçirme zorunluluğuna katlanmıştım şimdide bu olanlar. Kesinlikle halimden pişman değildim. Evet, yine olsa yine yapardım. Belki? Belki o kız olmasa yapmazdım. Belki ona baktığımda bir şeyler hissettiğimi düşünmesem yapmazdım. Belki, onu bir daha görebileceğim ihtimalini düşünmüşümdür. Her ne olursa olsun, o bunu ilk ve son görüşüm olmamalıydı ki kız belkide benden şuan nefret ediyordu. İsmimi ve olanları kendi bakımımdan anlatmıştım ama... Dediklerimden sonra kızın yüz ifadesi değişmişti biraz, ne düşündüğünü anlamamın imkanı yoktu. Onun kadar olmasada bende az çok şoktaydım ama yüzümden ya da davranışlarımdan anlayabileceği şekilde değildi. Kesinlikle değildi. Yüzüm kararlıydı, güvenilir görünmek için ekstra bir çaba harcamıyordum aslında. Çünkü öyleydim en azından ona karşı. Daha onu göreli bir kaç dakika olsa bile öyleydi. Dakika? Belki de daha uzundu? İdrak edemiyordum zaman kavramını onu gördüğümden beri. Garipsenecek bir durum olduğunu biliyordum ama beynim bu konuda bir şey bilmiyormuşçasına yine itaatsizlikti. Sonunda kız konuşmaya başlamıştı. “B-ben çok üzgünüm. Sizi ş-şey sandım. Özür dilerim… Bu arada ben de Odille.” . Dedikleri beni büyük ölçüde rahatlatmıştı açıkcası. Elim birden yanağımı sıvazlamak için hareket geçme hissi uyandırdı, ancak bu durumda uygun bir davranış olacağından şüpheliydim. Yanlış bir şey düşünmesini istemiyordum. Hemde bana inandığını düşündürecek şeyler söylemişken. Anlamayacağım bir halde, yanında durmak istiyordum. Bu bulaştığım her neyse içine çekilmek istiyordum, korkutuculuktan uzak bir durumdu. Aslında New York'a bakarsak o kadarda değişik bir durum olmayacağını diğer işlenen suçlardan tahmin edilebilinirdi. Ancak bu durumda beni dehşete düşüren kız, yani yeni adını öğrendiğim Odille'idi. Demek adı Odille'di. Duyduğum anda içimde ki meraktanmıdır yoksa başka bir duygudanmıdır bilemem ama içim titremişti. Ya da öyle bir şey olmuştu. Hislerimi anlamakta zorlanıyordum aslında, bu tür bir şey daha önce hissetmediğimi biliyordum. Unutalacak gibi bir şey değildi. Sessiz kaldığımı görünce Odille, “Uhm. Şey. Teşekkür ederim yaptıkların için. Gördüğün gibi iyiyim. Gidebilirsin… Ancak, eğer sakıncası yoksa bir şey sormak istiyorum. Onu, gördün mü?” demişti. Aman tanrım! Sesi ne kadar muhteşem, büyüleyiciydi? Sesinin güzelliğine kafa yormaktan dediklerini idrak edemiyordum ama kelimeleri aklımda yankılandığından yine dinleyebildiğime memnun olmuştum. Ne demeliydim? Odille'in onu taciz eden lanet heriften bahsettiğini biliyordum, o sahneyi hayatımın sonuna kadar nefretle hatırlayacağımı biliyordum. Gidebilirsin dediğinde ise içimde karşı çıkma hissi aniden içime oturmuştu. Gitmeyecektim. Her ne olursa olsun gitmesine izin vermeyecektim. Neden mi? Hiç bilmiyordum. Yine hislerim benim anlamadığım dilden konuşmaya başlamışlardı. Ama Odille'in dediklerini anlayabilmiştim. Aslında aklım adamı görüp görmemekte değilde, şuan gidip gitmemekte kafa yoruyordu. Kalsam ne olurdu? Ne biliyim masallarda ki gibi falan mı ? Ah, bu durum kesinlikle masal değildi, masallarda bile bu kadar güzel bir kızı görmem imkansızdı. Odille'e kendimi o kadar kaptırmıştım ki asıl olaydan uzaklaşmış olmalıydım. Bir cevap verme zamanıydı. " Ah, gördüm, sayılır. Bu konuya canınız sıkılmasın lütfen. Güvenin kelimelerle aşılanamayacağını biliyorum ancak bana güvenmenizi isteyeceğim.. Konuşurken etrafın kalabalık olmadığına sevinmiştim. Burası kulübün içindeydi ancak arka taraflarına doğru küçük bir oda şeklindeydi. Şimdi, bana güvenmesi için bir şeyler yapmalıydım. Ani bir panik duygusu beni içine almıştı. Ne yapmalıydım? Ona tüm banka hesaplarımı falan mı verseydim? Ya da? Ah! Neler saçmalıyorum! Mike! Kendine gel! Onu gördüğümden beri doğru düzgün düşünemez hale gelmiştim. Gözlerine bakarken yaşamak oldukça zor gibiydi. Zaten çok dik bakmış olacağım ki başını hafif aşağı eğip, zarif ellerine bakıyordu. Bu aşırıya kaçmış bakışlarım rahatsız edici bir hale gelmiş olsa gerekti. Yinede bakışımı kaçırma taraftarı değildim, bir yanım gözlerinde kaybolmak istiyordu aslında. Şimdilik bunu unutmalı ve güvenini kazanmak için her şeyi yapmalıydım. Evine bırakmak türünden şeyler çok mu aşırıya giderdi acaba? Bakışlarımdan dolayı fazla dikkat çekici olmaya başlamıştım zaten. Bunu yapmamalıydım. Doğru olan buydu belki. Elimi arka cebime atıp üstünde ismim ve numaram olan bir kart çıkarmıştım. Ailemin zorlayıcığı tavırlarıyla bunlardan kendime bastırmıştım, ilk defa işe yarayacağını görmek iyiydi. Diğer cebimde bir kalemin kalmasına da sevinmiştim açıkcası. Kartın arkasına Manhattan'da ki evimin adresini yazıcaktım. İstediği kadar aşırıya kaçsın bunu yapacaktım. Benle iletişime geçmesi için elimden ne gelirse yapıcaktım. Karta düzgün el yazısı harflerle adresimi yazmıştım, bulunamaması imkansızdı. Odille'e kartı uzattım. Anlamayan bakışlarını hissetmiştim. " Bu benim numaram, istediğiniz her saat arayabilirsiniz Odille. Biraz ısrarcı bir tavır olacak, bağışlayın ama benle iletişime geçmenizi istiyorum.. Sesimin istediğimden daha iyi ve daha güvenilir çıkmasına sevinmiştim. Bu şekilde biraz da olsa bana güvenmesini sağlayabildiğime inanıyordum, en azından inanmak istiyordum. Şimdi daha çok dikkat çekmeden gitmeliydim ve evde telefonu elimden düşürmeyip beni aramasını deli gibi beklemeliydim. Beni araması fikri belki ayaklarımı kapıdan dışarıya çıkarması için yeterli olabilirdi, aksi takdirde sonsuza kadar yanında kalacaktım. Son bir kez gözlerinin içine bakıp aynı ses tonunda, " Daha sonra görüşelim, lütfen. " demiştim. Selamlayıp, arkamı dönmüş ve arabama doğru yönelmiştim. Lanet olsun!.. Onu düşünmekten kendimi alamayacağım konusunda kuşkum yoktu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alex Mclain
St.Jude IV.Sınıf, Admin
St.Jude IV.Sınıf, Admin
Alex Mclain


Mesaj Sayısı : 1215
Kayıt tarihi : 18/07/10
Lakap : Lex

Şöhret
Puan: 113

Bela. Empty
MesajKonu: Geri: Bela.   Bela. Icon_minitimePerş. Ağus. 19, 2010 5:31 pm

Rpleriniz puanlanmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bela.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gossip Girl R-Play :: New York City :: Brooklyn :: Birdland Jazz Club-
Buraya geçin: