Gossip Girl R-Play
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


You know, you love me. XOXO Gossip Girl
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Laflamak.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Jocelyne Swatkovski
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Jocelyne Swatkovski


Mesaj Sayısı : 38
Kayıt tarihi : 13/08/10

Şöhret
Puan: 0

Laflamak. Empty
MesajKonu: Laflamak.   Laflamak. Icon_minitimePaz Ağus. 15, 2010 2:01 pm

Laflamak. Jrfvi9&Laflamak. 000xt3xr
Babetlerimin üzerinde ufak adımlar atarak asfalt yolda hızla yürürken rüzgarın saçlarımı uçuşturması önemli bile değildi. Hava hafif bir biçimde rüzgarlı olmasına karşı güneş yakıcı bir sıcakla kavuruyordu etrafı. Sonunda Starbucks'un kapısına ulaştığımda ince parmaklarımı camdan yüzeye yerleştirerek içeriye girdim. Kahve kokan ortamın havası ılıktı. Klimanın birkaç adımlık ötesine yerleştirilmiş boş masalardan bir tanesine geçerek, yeşil gözlerimi dışarıya diktim. İnsanlar terlemiş bir biçimde oradan oraya koşuşturuyolardı. Çoğunluğu siyah takım elbiseleri içerisinde güneşe hedef olmuştu, kimisi ise beyaz elbiseleriyle kendilerini soyutlamayı başarmıştı. Boyunlarına ve kollarına astıkları pahabiçilemez mücevherlerle ne kadar kendilerini soyutlayabilirseler artık. O sırada küçük çantamın içerisinden gelen titreme sesiyle irkilerek avucumu çantanın içerisine daldırdım. Küçük olmasına karşın aradığım bir şeyibulmak çok zor oluyordu. Cüzdanımın altına kayan parmaklarımla cep telefonumu yakaladığımda yüzümde hafif belli olmayacak kadar küçük bir tebessümün oluştuğunu hissettmem zor olmamıştı. Odie'den mesaj gelmişti. Yani birkaç dakika içerisinde burda olurdu. Birkaç dakika boyunca parmaklarımla tahtadan yapılmış masanın üzerinde düzenli bir ritim oluşturduktan sonra vazgeçip ona da kısa bir mesaj attım Starbucks'a vardığıma dair. Garsonun benim olduğum tarafa doğru ilerlediğini gördükten sonra 'hayır' dercesine başımı salladım ve bacaklarıma diktim bakışlarımı. Dudaklarımdan da Shakespeare'den birkaç dize dökülüyordu. Genelde sıkıldığımda aklıma ilk gelen şairin en sevdiğim şiirlerinden birkaç dize mırıldanırdım.
'Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör
sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
gürültücü bir salağın anlattığı
ki yoktur hiçbir anlamı.'

Makyaj yapmaya gerek görmediğim yüzümde yer alan dudaklarımı büzüştürdüm ve Odie'nin bu kadar geç kalmasının nedeni hakkında fikir yürütmeye çalıştım. Tam da o sırada tıpkı benim gibi rüzgardan karışmış saçlarını düzelterek içeriye girdi. Gözleriyle masaları süzdükten sonra hareketssiz bir biçimde ona bakmaya devam ettim ve sonunda beni farkederek topuklu ayakkabılarının çıkardığı 'tık' sesleriyle yanıma doğru koşuşturmaya başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Odille Amélie Rousseau
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Odille Amélie Rousseau


Mesaj Sayısı : 90
Kayıt tarihi : 07/08/10

Şöhret
Puan: 4

Laflamak. Empty
MesajKonu: Geri: Laflamak.   Laflamak. Icon_minitimePaz Ağus. 15, 2010 6:01 pm

Yine kavurucu bir gün daha. Neden güneşin en kızgın olduğu zamanlarda dizimi kırıp oturmuyordum ki evde? Yok hayır. Mutlaka salak gibi kalabalığın arasında sıcaktan telef olmalıydım değil mi? Bunu huy edinmiştim son günlerde. Gizli mazoşistlik diye bir şey var mıydı? Eğer varsa, ben herhalde o hastalığa yakalanmıştım. Çünkü beynini buharlaştırmak isteyen –mümkün olduğundan emin değilim- birinin akıl sağlığından şüphe edilmeliydi. Babamın verdiği davetlerden birinin hazırlıklarıyla ilgilenmek için koşuşturmuştum bütün gün. Güneş tam inmeye başlamışken misafirler gelmeye başlamıştı. Her şeyin kusursuz olduğundan emin olunca yukarı çıkıp yeni elbiselerimden birini seçmeye çalışmıştım. Davet gece yarılarına kadar süreceğinden heveslenip uzun bir karar aşamasından sonra beyaz straplez bluzumu ve mavi pilili mini eteğimi giymiştim. Burada sayılı davete katıldığımdan babamın beni istemeyeceğini düşünememiştim. O ise tenezzül etmeyip, hizmetçiyle bana haber yollamıştı. Bütün organizasyonu üstlenmeme rağmen katılmamı istemiyordu. Herkes beni onun sürtüğü olarak bildiği için arkadaşlarının önünde küçük düşmek istemiyordu. Doğru! Ne fark ederdi? Ha bir fahişe, ha onun çocuğu. Daha fazla tahammül edemeyeceğimi biliyordum. Kurtarıcım Jocelyn’e mesaj atmam yeterli olmuştu. Oysa ben öfkeliydim. Her zamanki maskemi kullanmadan gösteriyordum bunu. Duygularını sürekli kısıtlayan biri için bu patlamalar ne kadar normaldi bilemiyordum. Sadece rahatlamak istiyordum. Oysa etrafımdaki hiçbir şey bu konuda bana yardımcı olmuyordu.
Güneşin menzilinden kaçmak için kaldırımlarda gölge kapmaca oynayan kalabalık yüzünden yürümek imkânsızlaşıyordu. Sınırlı sabrım ise içinde bulunduğum duruma pek elverişli değildi. Geç kalmıştım ve bundan pek hoşlanmazdım. Zaten bir hışım herkesin gözü önünde kapıyı çarparak çıktığım için telefonum susmuyordu. Babam beni azarlamak için inat ediyordu ve beni telefonumu kapamaya zorluyordu. Ben de onun istediğini yapıp telefonumu kapadım ve küçük mavi çantama koydum. Önümde aheste aheste ilerleyen adamı düşürürcesine itmeme bakılırsa öfkem hâlâ dinmemişti. Yararak kendime yol açtığım kalabalık şangırdayan mücevherleriyle zenginliğini ilan etse de, aralarında oldukça sırıtıyor olmalıydım. Telaştan üzerimi değiştirecek fırsatım olmamıştı. Görenler gece kulübüne falan gittiğimi sanıyor olmalıydılar, Starbucks’ta oldukça sırıtacaktım. Güneşin inmeye başlamasıyla rahatlasam da şiddetini arttıran rüzgâr tahammül sınırımı zorluyordu. Çok sıcak havalar hariç, rüzgârı pek sevmezdim. Uzun, dalgalı saçlarımı karıştırması bir yana, hafifçe uçurduğu mini eteğime hâkim olmaya çalışmak beni yoruyordu. Starbucks için ne doğru seçim yapmıştım ama! Derin nefes alış verişlerime rağmen, önüme geleni itmekten bir türlü rahatlayamıyordum. Nihayet Starbucks’ın kapısına ulaştığımda içimden yere kapanıp kapıyı öpmek gelmişti. Ama tabii ki kendimi tuttum. Rüzgârdan karışmış saçlarımı ve kıyafetlerimi düzeltmeden önce kapıya iyice yanaşıp sırtımı dayadım. Kalabalık artık daha uzaktaydı ve rüzgâr da. Yeterince tuhaf görünmüyormuşum gibi şu dağınık halimle içeriye girersem herhalde bana bakan herkesi azarlamam gerekecekti. Buna mecbur kalmamak için önce beyaz, ince topuklu ayakkabılarımı kontrol ettim. Zira en son ayağına bastığım kadın yüzünden kırılmış olabilirlerdi. Bluzumun üst kısmını çekiştirip düzelttikten ve eteğimi kontrol ettikten sonra hazır olduğuma kanaat getirdim. Kara camlardan içerisi gözükmüyordu, girişteki tente de kapıyı gölgede bırakıyordu. Bunun iyi bir şey olduğunu düşünerek kapının kolunu kavradım. Ancak birkaç saniye sonra o kadar da iyi bir şey olmadığını gördüm. Bileğimi kavrayan güçlü bir el kendine doğru çekti beni. Gafil avlanmanın şokuyla tökezledim. Dengemi kaybedip düşerken bileğimi bırakan eller belimden tutup beni kendine doğru çekti. Herhalde deneyimsiz olmalıydı ki, o ağzımı kapatana kadar ben çığlıkları basmıştım. O kadar insandan hiçbiri beni duymuyordu. Starbucks ise muhtemelen ses yalıtımı zırvasından sesimi vızıltı olarak duyuyordu. Kimdi bu Manhattan’ın ortasındaki maganda? Merak ve şokla yüzüne baktım. Sarışın, benden birkaç yaş büyük bir genç, suratında tiksinç bir ifadeyle zorbalık yapıyordu. Bense tüm gücümle ona karşı durmaya çalışıyordum ama ayı gücü diyebileceğim bir güçle inat ediyordu. O bir eliyle ağzımı kapamaya çalışırken, ben panik, adrenalin ve refleksle ayakkabımın topuğunu adamın deri ayakkabısına geçirdim. Ayakkabımın bu kadar sağlam olduğunu bilmezdim, tabii hayatımı kurtaracağını da. Can havliyle geri çekilen adamın kasıklarına sol dizimi geçirdiğimde acısından zevk aldım. O toparlanmadan kapıyı itip kendimi içeri attım. Heyecan ve şaşkınlıkla hızlanan soluk alışverişlerim beynimi uyuşturmuştu. Şehrin ortasında, onca insanın içinde yaşadığım şeye hâlâ inanamıyordum. Anlatsam J kesinlikle bana inanmazdı. Tahmin ettiğim gibi bana yönelen gözleri umursamayarak saçlarımı düzelttim. Arkamdaki kapının ötesindeki adam kapıyı yumrukluyordu. İntikam istediği kesindi. Bense ona bakmadan bana bakan J’yi buldum ve ona doğru yürümeye başladım. Üzerimde hissettiğim bakışlar beni yaşadığım şok kadar etkileyemezdi. Titreyen bacaklarıma hâkim olmaya çalışarak J’nin karşısına oturdum. Onun soran bakışlarına karşılık derin bir nefes aldım ve cılız bir sesle konuştum. “Bu-bugün yaşadıklarımı a-anlatsam, i-inanama-mazsın.” O adam hâlâ ordaydı, hissedebiliyordum varlığını. Ve bu yüreğime tarifsiz bir korku salıyordu. Titreyen ellerimle önce kıyafetlerimi ve saçımı düzelttim. Sonra onları masadaki çantamın üzerinde kavuşturdum. J’nin endişeli bakışları umurumda değildi. Bu sefer kekelememeyi umarak konuştuğumda az da olsa rahatlamıştım. “Bana çikolatalı milkshake söyler misin?” Bu bir kâbus olmalıydı. Az sonra J beni sarsarak uyandıracaktı ve o sarışın adamı bir daha görmeyecek, keskin hatlı yüzünü unutacaktım. En azından öyle umuyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jocelyne Swatkovski
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Jocelyne Swatkovski


Mesaj Sayısı : 38
Kayıt tarihi : 13/08/10

Şöhret
Puan: 0

Laflamak. Empty
MesajKonu: Geri: Laflamak.   Laflamak. Icon_minitimePaz Ağus. 15, 2010 9:31 pm

Titreyen vücuduyla beraber masaya doğru yönelen Odille'yi görür görmez anlamıştım bir terslik olduğunu. Çünkü normalde titreyen bacaklarla karşımdaki sandalyeye oturarak, kekeleyen insanlar gibi endişe içinde ve sıcaktan olmadığını tahmin ettiğim alnında oluşmuş boncuk boncuk terlerle bezenmiş yüzünü bana doğru çevirmiş olan Odille bambaşka biriydi. Kendinden emin duruşundan ve en ufak bir duyguyu bile belli etmeyen mimiklerinden gurur duyan o kız sanki yok olmuş gibiydi. Endişeli bakışlarımı farketmiş olacak ki duyulmayacak bir sesle ökdürdü ve sesini kontrol altına almayı başardı. Daha önce ne dediğini anlamamış olsam da gözlerinden okunan o dehşet ifadesi hâlâ aklımın bir ucunda geziniyordu. Yine de onu biraz daha gerilere iterek anlatacağı şeylere odaklanmak için durakladım bir süre. Belki sohbetimizin sonlarına doğru ona neler olduğunu sorabilirdim. Böylece yaşadığı olayın şokunu üzerinden atmış olurdu. Onu zorlamak istemiyordum çünkü Odi benim en yakın dostumdu. Kafamı hafifçe sallayarak ona olanların ne olduğunu sormayacağımı belirten bir bakış atarak yeşil gözlerimi masanın yüzeyinde gezdirmeye başladım.
''Bana çikolatalı milkshake söyler misin?''
Açıkçası dudaklarından dökülen birkaç kelimeyle afallamıştım. Çünkü ondan daha farklı bir şeyler bekliyordum. Ne bileyim? 'Geç kaldığım için özür dilerim.' gibi mesela. Gözlerimi devirerek parmağımla garsona yanımıza gelmesini söyledim. Ben de bu arada kendime karamelli bir kahve ısmarlayabilirdim. Sonunda ağır adımlarla göz hizama ulaştığında hafifçe homurdandım ki onun duyamayacağı bir biçimde yapmış olsam da bunu mimiklerimden anlamış olacaktı. Yine de bir şey söylemeden siparişlerimizi bekledi. Menü kağıdını elime bile almadan ona doğru fısıldadım istediklerimizi. Starbucks'daki sessiz ortamı bozmak istemiyordum. Başımı yana yatırıp bir kedinin sinsiliğindeki eda gibi etrafı izlemeye ve dinlemeye koyulmuşken giriş kapısından gelen yumruklama seslerini duydum. Tam o sırada gözüme Odi'nin içeriye girerkenki hali geldi. Donuk br tebessümle ki alaycılıktan uzak bir tebessümdü bu. Ona doğru eğildim.
''Kapıdan gelenler yumruklama sesleri mi?''
Kahverengi gözleri içerisinde oluşmuş ifadeden anladım, kapıyı yumruklayan her kimse O'nun onunla ilgili bir sorunu olduğunu. Parmağımı yüzü etrafında döndürerek ona durumunu anlatmak istedim.
''İstersen başka bir yere gidebiliriz. Ya da boşversene. Ufak bir sorun yüzünden keyfimizi bozacak değiliz. Her neyse mesajlarını okudum ve şu an burda olma sebebimde bariz bir biçimde belli. Kiminle tanıştığını anlatmayacak mısın?''
Nazlı bir kız edasına bürünerek kafasını yana doğru salladı. Bir gerizekalı bile bunun ne demek olduğunu bilirdi. Ah, hadi ama. Ben buraya boşuna mı geldim? Şanslıydım ki Starbucks'un sigara içilebilen bir bölümünde duruyordum. Çantamın içerisinden paketi çıkararak uzun sigaralardan bir tanesini yaktım. Bu Odille ile aramızda asla sorun olmamıştı. Çünkü o da ben de biliyorduk ki sigara içmek benim için bir bağımlılık ya da ihtiyaç değildi. İstekten içiyordum ben bu lanet olası şeyi. Normalde nefret ettiğim bir şeydir. Kokusu ve tadı. Ayrıca genzimi yakarak beni her defasında öksürtür. Her ne kadar yakmış olsamda kafamı sallayarak masanın üzerinde ters çevrilmiş bir biçimde duran çelikten kül tablasının pürüzsüz yüzeyini hafif bir biçimde tutarak düzelttim. Henüz kızarmış dudaklarıma birkez bile götürmediğim sigarayı söndürerek yüzümü buruşturdum. O anda ikimizde kahkahalara boğulduk tabii. Ona doğru eğildim ve sıkıntımı belli eden bir ses tonuyla konuşmaya başladım.
'' Eğer kiminle tanıştığını söylemeyeceksen, ben neden buradayım ki?''
Mimiklerimde donuk, duygusuz bir ifade vardı fakat ses tonum ve bakışlarım onu köşeye kıstırdığımı açıkça belli ediyordu. Bu sırada kapıdan hırsla içeriye doğru giren bir adam da gözümden kaçmamıştı. Resmen kızgın bir boğa misali burnundan soluyordu. Bakışları ise sinirle bezenmiş bir biçimde hızla masalarda oturmuş birbiriyle gülüşen ya da konuşan yüzlerde geziniyordu. En sonunda bizim olduğumuz tarafa yöneldiğinde memnuniyetini belli eder tiksinç bir gülümseme oluştu morarmış dudaklarında. Kafamı yukarıya kaldırarak Odille'ye işaret ettim.
''Sanırım bela kokusu alıyorum.''
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Odille Amélie Rousseau
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Odille Amélie Rousseau


Mesaj Sayısı : 90
Kayıt tarihi : 07/08/10

Şöhret
Puan: 4

Laflamak. Empty
MesajKonu: Geri: Laflamak.   Laflamak. Icon_minitimePtsi Ağus. 16, 2010 5:02 pm

J’nin sipariş verirkenki sessizliği kötü hissettirmişti. O buraya biraz dedikodu ve tatlı sohbet için gelmişti. Travmadaki arkadaşının bakıcısı olmaya değil. Yaşadıklarım çok uygunsuz ve şaşırtıcı olsa da bunu ne ona ne de kendime yapamazdım. Serserinin biri yüzünden yeterince berbat olan günümü lanetleyemezdim. Kendimi biliyordum, ben istemedikçe kimse beni etkileyemezdi. Ancak böyle yaparak ben kendimi etkiliyordum. Felaket senaryoları için daha çok gençtim. Ne yazık ki bu teselli sözleri beni daha da derine itiyordu. Boş gözlerle sessizce J’yi izliyordum öylece. İlk defa kendimi bu kadar güçsüz hissettiğimi fark ettim. Güpegündüz, şehrin ortasında bana yapılan bu cüretti beni asıl şaşırtan. Artık şehirde bile koruma ordusu olmadan gezemeyecek miydim? Etraf bu kadar pislikleşmiş olamazdı. Bundan sonra geceleri yalnız başıma dışarı çıkamayacağımı biliyordum. Ve bunu unutamayacağımı da. O adamın benden çekeceği vardı, bundan da emindim. J’nin sorusuyla düşüncelerimden sıyrıldım. Yumruk mu? O hayvan hâlâ kapıyı mı dövüyordu? Anlaşılan kasıklarındaki acı onu devre dışı bırakmaya yetmemişti. Yenisini istiyor olmalıydı. J gibi kapıdan tarafa bakacak gücüm yoktu. Umursamaz görünmeye çalışacaktım ama içimden yalvarıyordum. ‘Ne olur o lanet olası kapıyı açmayın!’ Sakin görünmeye çalışmak benim işimdi, bunu hep yapardım. Şimdi binlerce kat zorlansam da pencereden atlayıp kaçma fikrini unutmaya çalıştım. J’nin ufak konuşması beni yüreklendirmişti. Kimsenin gazına gelmeyen biri olsam da cesareti, heyecanı ve öfkeyi damarlarımda hissetmiştim. J bana kim olduğumu hatırlatmıştı. En önemlisi serseri herifin birine pabuç bırakmayacak biri olduğumu hatırlatmıştı. Adamı zihnimin derinliklerine itip şimdiye döndüm. Doğru, ona birinden bahsetmiştim. O kişi bana tanıştığımızda farklı şeyler yaşattıysa da bugün aklıma bile gelmemişti. Bu çok garipti, onunla konuşurken onu hiç unutmayacağımı düşünmüştüm. Herkes gibi ben de yanılabiliyordum. J onu önce heveslendirip sonra konuşmamama kızacaktı. Ama o çocuk umurumda bile değildi. Nedense adını bile duymak istemiyordum. Tek çarem nazlanıyor gibi görünmekti, ben de öyle yaptım. Yaramaz bir gülümsemeyle sessizliğimi korudum. J ise benden sıkılıp sigarasını çıkarmıştı bile. Bazen onu anlayamıyordum. Kim sevmediği ve zorunlu tutulmadığı bir şeyi içerdi? J de benim gibi sigaradan hoşlanmazdı. Aslında ona hayrandım. Bağımlı olamayacak kadar irade sahibiydi. Laf olsun diye sigara yakması ve birkaç yudum sonra öksürük krizine tutulması gülünçtü. Onu anlayamıyordum, anlamak istediğim de söylenemezdi. Bu sefer ağzına götürmeden sigarayı söndürmesi beni kahkahalara boğmuştu. Onun da benimle birlikte güldüğünü görünce rahatlamıştım. Üstümden bir yük kalmıştı. Bazen yalnız kalsam ne yaparım diye düşünürdüm. O an delireceğimi anlamıştım. İyi ki dostlarım vardı, yoksa en yakın köprüye varmak yorucu olurdu. Gülmeyi kestiğimde J’nin bana doğru yaklaştığını gördüm. Sıkılarak sitem ediyordu bana. Ama benim için önemli olmadığını sonradan anladığım birinden neden bahsedeydim ki? Benim için özel olmadığını anlamıştım. Ve anlatarak şıpsevdi görünmek istemiyordum. Yine tanımazsın falan diyerek geçiştirecektim sanırım. Donuk tavrından bunun başarısız olacağımı sezmiştim. Kesinlikle beni zorlayacaktı. Öğrenmek isteyecekti ve ben yalan söylemek zorunda kalacaktım. Ki bunu hiç istemiyordum. Çaresizce çıkar yol ararken J’nin bakışlarındaki değişimi fark ettim. Nereye bakıyordu o öyle? Tüylerimin diken diken olması, hissettiğim şeydendi. Kötü bir şey olacaktı, çok yakındaydı. Aslında mükemmel sezgileri olan biri değildim ama bir şey hissedersem hep doğru çıkardı. Anlaşılan J de benim hissettiğimi hissetmişti. J’nin baktığı şeyi görmekten korkarak gözlerimi ona kilitledim. Herkesin ortasında bir şey yapmazdı değil mi? Ya da J karate biliyordur? Topuklarım bu sefer de kırılmazdı değil mi? En azından hâlâ yaşarken birileri müdahale ederdi? Belki özür dilerdi? Ah, hayır. Bu fazla iyimser bir hayal olurdu. İlk gördüğü yerde kafamı koparmak istediğine emindim. Ama ölmek için çok gençtim. Daha aşık bile olmamıştım! Körpecikken kurban gitmek istemiyordum. Sandalyede yavaşça aşağı kaymak yerine daha dik oturdum. Adrenalin cesaret ve kendine güven aşılamıştı. Ben güçlü biriydim ve öyle görünmeliydim. Saçlarımı geriye doğru attığımda hemen yanımızda belirmişti. Saçımdan tuttuğu gibi yere fırlatacağını sanmıştım ama öyle yapmadı. Bakışlarımı J’ye kilitlediğimden görebildiğim kadarıyla sessizce yanımızda dikiliyordu. Soğuk terler ensemden sırtıma doğru inmeye başlamıştı bile. Tam ağzımı açıp küfrü basacaktım ki garson, tepside siparişlerimizle damlamıştı. O an garson adamın dudaklarına yapışabilirdim. Mikshake’imi önüme koyduğunda bardağa sarıldım. Kuru dudaklarımı pipete yapıştırıp boğulurcasına içime çekiyordum. O sırada garsonun sesini duymuştum. “Size nasıl yardımcı olabilirim efendim?” Sarışın sapığımın merak ettiğim sesini duyamamıştım yine. Sessiz sedasız hemen yanımızdaki bölmeye oturmuştu. Hem de tam karşıma! J’yi kendime siper alacak şekilde yerimi değiştirdim ama adam inatla yüzümü görmek istiyordu. Ben de vazgeçip ‘Her şey mükemmel, hiçbir sorun yok.’oyununa devam ettim. Sapığım siparişi verirken J’ye dönerek konuştum. “Şimdi söylediğim şey, dünyadaki en komik espriymiş gibi gül.” Ardından yapmacık ama gerçekçi olduğunu umduğum bir kahkaha patlattım. Ne yazık ki J benim kadar başarılı olamadı. Umutsuzca vazgeçtim ve milkshake’le ilgilendim. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Buradan çıkar çıkmaz beni öldürüp bir çöp bidonuna atacaktı. Güzel bedenim ve yeni kıyafetlerim, sıradan insanların öğle yemeğinin yanında çürüyecekti. J’nin başı derde girsin istemiyordum. Giderse elbette anlardım. Bunu biliyor olmalıydı ama yine de hatırlatmak istedim. Boğazımı temizleyip eğlenceli bir şeyden konuşuyormuş gibi gülümseyerek anlattım. “O adam, beni buradan çıkar çıkmaz öldürerek kasıklarındaki acıyı rahatlatabileceğini düşünüyor. Gidebilirsin, ben başımın çaresine bakarım.” Öyle yapmayacağını bilsem de, J’nin koşarak buradan çıkmasını diliyordum. Cesedim umarım bulunurdu da, babam görmeyi ısrarla reddettiği kıyafetlerimi çürümüş bedenimde görürdü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jocelyne Swatkovski
Constance Billard IV.Sınıf
Constance Billard IV.Sınıf
Jocelyne Swatkovski


Mesaj Sayısı : 38
Kayıt tarihi : 13/08/10

Şöhret
Puan: 0

Laflamak. Empty
MesajKonu: Geri: Laflamak.   Laflamak. Icon_minitimePerş. Ağus. 19, 2010 3:36 pm

Bize doğru yürümeye başlayan adamın gözlerindeki öfkenin direk hedefinin Odille olduğunu anlamam zor olmamıştı elbette ki. Gözlerimi devirerek bir süre onu izledim. Sarışındı ve genç bir yüzü vardı. Yine de o iğrenç gülümsemesinden okuldaki çoğu zengin züppeden bir farkı olmadığını anlamam zor olmamıştı, işte. Ağır adımlarla benim arkamdaki tek boş masaya doğru yürüdü. Tabii, bu sırada ikimize de pis bakışlarından yedirmeyi unutmadı. Birkaç saniye boyunca gözlerimi masanın tahta zeminine çevirdim. Aradaki bu öfke savaşının maduru olmak istemiyordum. Yine de arkadaşımı bırakıp gidemezdim, değil mi? Ayrıca ben korkak ana okuluna giden bir kız değildim ki böyle bir şey yapayım? İçerideki sessizliği yararak kulaklarımı tırmalayan sandalye sesiyle başımı ona çevirdim. Beni siper alarak adamın pislik bakışlarından kaçmaya çalıştığından adım gibi emindim. Böyle bir şey yapması beni çok rahatsız etmişti. Çünkü o bakışların sırtımı acıyla delerek yine de Odille'ye ulaştığını hissediyordum. Bu gerçekten berbat bir duyguydu. O an okuldaki sürtükler ilk liseye başladığım gün nasıl görünüşümle alay ettiyseler o zaman istediğim gibi görünmez olmak istiyordum. Bir hayalet misali... Bu sırada sonunda konuşmaya karar vermiş olan genç kız huzursuzlukla dolu bakışlarını bana yönlendirmişti. Harika, bir bu eksikti.
''Şimdi söylediğim şey dünyanın en komik esprisiymiş gibi gül.''
Sözcükler kısılmış ve çatallaşmış bir ses eşliğinde kırmızı dudaklarından dışarıya dökülürken hemen arkasından bir kahkaha fırladı yüzüme doğru. Hem yapmacık hem de garip bir şeydi. İnsanları kıskandırmak için çabalayan kızların yapacağı türden şeyler. Ben onun verdiği talimata uyamadan şaşkın şaşkın bakınıyordum. Buraya ne için gelmiştim, şimdi bir de ne yaşadığıma bakın.
'' O adam, beni buradan çıkar çıkmaz öldürerek kasıklarındaki acıyı rahatlatabileceğini düşünüyor. Gidebilirsin, ben başımın çaresine bakarım.''
Tamam, madem öyle istiyordu şu an bu kapıdan çıkıp şehrin kalabalığı arkasında kimsenin beni bulamayacağı ya da takip edemeyeceği bir biçimde eve koşabilirdim. Tek istediğim de buydu aslında. Kendimi yumuşacık yatağımın üzerine atar, bir kase vanilyalı dondurma eşliğinde Dimmu Borgir'den birkaç parça dinlerdim. Kafamı sallayarak o özlemle gerçekleşmesini umduğum düşlerin benden adım adım uzaklaşmasını izledim bir süre. Sonrasında bu işin hemen bitmesini umarak Odille'nin talimatlarına uymaya karar verdim. Yüksek sesli bir kahkaha içeriyi doldururken bütün yüzlerin bana döndüğünü hissetmek yanaklarımdaki kızarıklığı harekete geçirmişti.
'' Odie, bu yaptığn tam bir saçmalık. O adamın içeriye öfke dolu kızgın bir boğa gibi girişini bende izledim. Bakışlarının pis bir hal alarak sana dönemesini de öyle. Ama benden yapmacık şeyler yapmamı istemen tamamen yanlış. Şimdi şu adamla ilgili sorununu halledeceğim ve sende bana kiminle tanıştığını anlatarak olayı tatlı bir biçimde sonlandıracaksın.''
Daha onun cevabını dinlemeden hiddetli bir biçimde sandalyeden kalkarak arkama döndüm. Bu arada saçlarımın yüzüme çarpmasından meydana gelen acıyla yüzümü buruşturdum ve adamın beni bir denekmişim gibi inceleyen bakışlarıyla karşı karşıya kaldım.
'' Bana bak, kim olduğun beni hiç ilgilendirmez. Ama bizi rahatsız etmeyi keserek burdan uzaklaşırsan senin için en iyisi olur. O pis bakışların altında kalmak ne kadar berbat bir duygu sanırım tatmamışsın. Ama birazdan yumruğumun tadına bakabilirsin, ahmak.''
Hınçla nefes alıyor ve kini üzerine kusuyordum. Henüz cevabını beklemeden sıkılmaktan kızarmış parmaklarımı havaya kaldırarak genç adam ani bir harekette bulunmadan hızla mavi bir ışıltıyla parlayan gözlerinin hizasına indirdim. Ellerimi acıyla geriye doğru çektiğimde bunun yazılması gereken bir anı olduğuna kanaat getirmiştim. Işıltılı bir sırıtışla elleriyle yüzünü sarmalamış olan adama bakarak derin bir nefes aldım. Bu sırada aramıza girmiş olan garsona sinirle bakarak, adamı dışarıya çıkarmasını işaret ettim ve bana dönmüş bakışlara aldırmadan kendimi gayet iyi hissederek Odille'ye döndüm. Elbette ki bu yüzümü hiç görmemişti. Bana şaşkınlıkla açılmış bir ağızla bakıyordu. İşte bu gülünmesi gereken bir hareketti.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Laflamak.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gossip Girl R-Play :: New York City :: Manhattan :: Starbucks-
Buraya geçin: