Aniden işittiği o tanıdık ses kulak kıvrımlarındaki yerini alırken, hızlı bir hareketle oturduğu taburede döndü. Saatlerdir beklediği kişi sonunda gelmişti. Onu o sahnede şarkı söylerken görmek Cécile'in Alex'e karşı olan hayranlığını biraz daha körüklemişti. Bir çift dipsiz kuyuyu andıran simsiyah gözlerini ve yüzünü çevrelercesine çenesine kadar uzanan saçlarını oturduğu yerden bile seçebiliyordu. En belirgin özelliğiyse son zamanlarda bakışlarında görülmeye başlayan fütursuz edaydı. Ki bu Alex'i daha çekici kılıyordu. Hastalıklı gözlerle onu süzerken tebessümüne karşılık verdi. Ardından tekrardan önüne dönerek, kaideye bıraktığı viski bardağındaki son yudumu aldı. Alex'i burada bulmayı planlıyordu, evet. Fakat sahnede, bir nevi bir konserin ortasındayken onunla nasıl yakınlaşabilirdi ki? Bu işleri daha da zorlaştırmıştı. Düşünceleri yavaş yavaş Cécile'i karanlığa iterken, sahibini kim olduğunu gayet iyi bildiği sesle birlikte tekrardan taburesinde döndü. “Burada olacağımı biliyor muydun yoksa şansa mı bağlamalıyım?” Ah, aslında ikisine de bağlanabilirdi gayet de. Orada olacağını biliyordu, fakat tam olarak emin değildi. Duyduğu söylentilerin doğru çıkması da onun şansı olsa gerekti. Devam ederek kentini tanıttığında genç kızın dudakları istemsizce yukarı kıvrıldı. Gerçekten onu unuttuğunu mu sanmıştı? Tanrı aşkına, günlerdir onu bulma amacıyla girmediği bar kalmamışken bunu demesi... Alex'in ardından Cécile de bir içki daha istedikten sonra hafifçe genç adama doğru eğildi. "Ah, seni unutmak mümkün mü A?" Ne yaptığının tam olarak farkında değildi. Daha doğrusu farkındaydı ama kendine engel olamıyordu. Onu istiyordu, bu açık ve netti. Fakat böylesine ucuz davranmak istiyor muydu? Hayır. Yine de ona biraz daha yaklaşırken, duygularını dizginleyemiyordu.
atakuleden at beni çok rezil oldu ama bahanemi biliyosun falan.