Sırıttı. Bakire melek de geliyordu işte... Nasıl aynı evde yaşadıklarını anlamıyordu bu kızla. Ama bazen bu zavallıcığın da haklı olduğunu düşünüyordu. Öylesine pislik bir annen olduğu zaman kendi acınaslığın içinde kaybolmak gayet kolaydı.
Kızın sahte gülümsemesini tamamlayan kulak tırmalayıcı sesi bölüyordu düşüncelerini şimdi. “Ah seni buralarda görmek ne güzel!”
İmalı konuşmayı severdi Zoey… Beceremezdi ama severdi yani. Ablasını seviyormuş gibi davranırdı çoğu zaman. Bu yüzden genellikle Brooke sürtük taraf gibi görüşürdü. Asıl sürtüğün kim olduğu da tartışmaya açık bir mevzuuydu zaten.
Parlak beyaz dişlerini göstererek gülümsedi… Cevap vermeye bile tenezzül etmeyecekti… Küçük kardeşinin aklını zorlamak istemezdi sonuçta.
Telefonu titredi. Uzun bir titremeydi bu. Mükemmel prada çantasını açtı ve kolunu çantanın derinliklerine daldırdı. Eline ilk geçen ve telefonu sandığı şey, geçen hafta şarjı bittiği için hiçbir işine yaramayan T-Mobile’ı olmuştu. Yeniden bir of çekti.
Yeniden çantaya dönen T-Mobile’ın yenini Blackberry’si almıştı işte. 5 mesaj mı?
Birden bire bu kadar mesajın nerden çıktığını merak etmişti. Au, Claud, Lori, Ann… Gossip Girl.
Gene kimin hedef olduğunu merak etmişti aniden. Kızların mesajından önce onunkini açıverdi. Önemsiz bir şey olduğunu görünce Manhattan’ın dedikodu kalitesiyle ilgili uzun bir homurtunun ardından kız kardeşine döndü yeniden.
“Güzelim… Babam beklemeyi sevmez. Yürü içeri”
Gülümsemesi yeniden yüzünde yayıldı ve karşısındaki kızı kolundan tutup otelin giriş kapısına doğru ilerledi…